Sus-maa
…
Ve divit firakına düştüğü vakit hokkanın , dil artık “ SUS ! “ lara gebe …
Fikrimin dizgine muhtaçlığı sonlanmakta bir ney sesinin peşinde kızıl kaftanlı sultanın dizleri dibinde …
Konuşmamayı hatta düşünmemeyi tadabiliyormuş demekki insan varlığın hükmünün sona erdiği o anın anlamsızlığında kaybolurken .
Yüreği derin bir sukut içinde hançerini düşüncelerinin arasında saklayıp unutabiliyormuş hatırlanmaya layık olanı ve dahi unutulmayı …
Ey kızıl kaftanlı sultan ses ver, ses ver ki cihan dile gelip mana nın manasını iletsin şu garip kuluna , varlığını inkara yeltenmesin bu bîçare huzurunda .
Sen seslen ki ney sesinin peşinde kaybolan bu bencil sukûtu ögrensin bir kez daha .
Ve seslen ki dillendirmeyi öğrensin ateşe mahkumiyetin hazzını …
Bir hazan seliyle kaybolan tınılarını serp bedbaht saltanatımın yalan parıltılarına .
Serp ki sesinin hançeresinden maddeye bağlanan insanoğlu kendine gelsin bir nebze.
Bir nebzede olsa affını serpmez misin yoksa seni müebbet bilmiş şu bedene ?
Hükmüm nedir bir kızıl sultanın nûrdan ellerinde ? Lûtfuna mahzar olmaya kâfi gelmez mi yoksa bu zavallı nefsini önüne sersede ?
Oysa toprağına bağlanmışken köklerimden ve fırtınandan bir esintiye dahi razıyken çaresizliğimle anlamı nedir tebessümünle dağlanan yalnızlığımın ?
sen ey kızıl sultan bilmez misin ki insanoğlu ne çok sever suskunluğun nefesini tüketmeyi ,
var ile yokun ayırdına varmadan daha terk-i diyar eyleyip manayı gümüşî bakışlara hediye etmeyi …
Sultanım !
Adından tek harf taşıyanla yarenlik ederek geçtim yollarından ,
nefes ürkmez oldu benden senden sonra .
Yinede tek kelâma güç yetmiyorsa bu yürekle …
Öyleyse bırak .
Bırak “ SUSMA !” larımı susmalarına ekleyip vurayım kendimi varlığını bulduğum yokluğumun derinliğine .
Bırak susayım artık bende vuslatın olmazlığında varlığının şükrüyle …
Tevfik YAZICILAR