Bir Yahudinin Ölümü – Vahe Katcha

Bir Yahudinin Ölümü – Vahe Katcha

Bir Yahudinin Ölümü; Fransız Ermeni yazar, senarist ve gazeteci Vahe Katcha olarak bilinen Vahé-Karnik Khatchadourian’ın kaleme aldığı ve tamamen doğuya ve doğu insanına küçük gözle bakan taraflı bir romandır.

1973 yılında K Yayınları tarafından neşredilen kitabın çevirisini Silviya Karmen yaparken, Şahan Özaltın yayına hazırlamış.

Kitabın girişinde Vahé Katcha kimdir? sorusuna şu cevap veriliyor: ” Vahé Katcha 1928 yilında Lübnan’da doğmus tur. Ermeni asıllı bir ana – babanın oğludur. 17 yaşında Fransa’ya gitmiştir. Sinemaya karşı tutkusu onu yönetmenlik kurslarına kaydolmaya zorlamış, fakat daha sonra gazetecilik mesleğine atılmıştır. İlk kitabı “Pazar Günü İzmaritleri” 1953, ikincisi “Göze Göz” 1955 yılında yayınlandı, Bu ikinci eseri filme alındı ve “Rivarol” ödülünü kazandı. 1962 yılında da “Körlere Acınmaz” ve “kanserliler” adlı iki röportajla “Pelman” ödülünü aldı. Vahé Katcha roman, hikaye ve röportajlarının yanı sıra sinema için senaryolar da yazmıştır. “

Romanın özeti ise kitapta şu satırlarla belirtilmiş: ” Şam yakınlarındaki rafineri sabotajından sonra, yakalanan iki yahudi kendilerine yardım edenlerin isimlerini vermeye yanaşmazlar. Tutuklulardan biri işkence sebebiyle arkadaşının gözü önünde ölür. Diğerine de işkencelerin en korkuncu uygulanır. Şimon Şefer, can çekişir duruma geldiği halde konuşmaz. Oysa, Emniyet Müdür Muavini Kasik, elebaşlarının ismini her ne pahasına olursa olsun öğrenme çabasındadır. Muavini, Komiser Mehdelun ona yardım teklifinde bulunur. Şefer’i alıp konuşturacaktır. Yalnız bu iş için kendisine tüm haklar tanınmalı ve kimse karışmamalıdır. Mehdelun iki ay sonra emekli olacaktır. Mesleğini parlak bir başarı ile bitirmek arzusundadır, Fakat nasıl? Şefer’e tekrar hayatı sevdirmek, yaşama arzusu vermek, onun işkence yolu ile değil de babaca ve yumuşak davranışlarla itirafa yöneltecek, günün birinde de gizli şefin ismini söylettirecektir ona. Meslekte yıllanmış Mehdelun böyle düşünmektedir. Garip uygulama bu şekilde başlar, Muavin, şahsi servetinin büyük bir kısmını sonunda da tüm ruhunu bu işe verir. Şefer’i oğlu gibi sever, Fakat Kasik’e verdiği sözü de tutması gerekmektedir.  Bitmez tükenmez dramatik bir çeşni vermekte, okuyucuyu simsıkı tutarak yüksek gerilimli sonuca doğru götürmektedir.”

Okuduğum roman ilk paragrafından itibaren Şam’ın ne kadar iğrenç bir yer olduğu, Suriyelilerin ne kadar pis olduğu, görgüsüz kaba, katil ve sapık fikirleri olan insanlar olduğu bunun yanında israilli olmanın gurur ve güven taşıdığı kurgusuyla kaleme alınmış. Elbette Ermeni bir yazarın bu toprakları hor görmesi bilinçaltını dışa vurmaktan öte birşey değil. Kitapta okuduğum tasvirler israilli sabotajcıları yakalan polisleri adeta vahşi birer hayvan gibi gösterirken, katliamlar yapan israillileri de vatansever olarak ilan etme ve övme telaşındalar.

Kitabın ana kahramanı Komiser Mahdelun müslüman bir kişilik olarak tasvir edilirken sözde israilli casus ile yakınlık kurunca içindeki alkolik, uyuşturucu seven, kumarbaz, dansöz masasından kalkmayan, genelevlerin müdavimi, hain ve sayamadığım kadar insani değerlere düşman tasviri dışa vuran bir Suriyeli olarak çıkmış karşımıza. Yazarın baştan sona bir nefret kusması aslında.

Yazar örgüyü güzel kurmuş ama. Sözde  “Kaybedecek bir şeyi olmayan bir insana naparsanız yapın ondan istediğiniz şeyi alamazsınız. Peki o insana yaşama sevincini tekrar kazandırsanız, yediği yemekten zevk almaya başlasa, karşı cinse tekrar ilgi duymaya başlasa, kitaplar okusa yine sonuç aynı mı olur yoksa değişir mi. ” sorusuna yanıt aradığı kitabında önyargıları ile müslüman bir toplumu yerin dibine sokmaya uğraşırken ortadoğunun kanlı katili israillileri kahraman ilan etmeyi de unutmamış.

Kitapta ilgiyle okudum bir paragraf vardı. Sanki bana bugünü anlatıyordu aslında. Suriye ile israil arasında yer alan bir Filistin kampını görünce israilliyi oraya götüren başkahraman kom’ser Mehdeluna söylettirilen aşağıdaki cümleler bugün yaşananların benzeri değil mi sizce de? Hadi okuyalım.

“İsrailliler tarafından kovulmuş, yersiz yurtsuz bu Filistinlileri her taraftan görmeye geliyorlardı. Sanki bambaşka yaratıklardı bu zavallı aç ve çelimsiz insanlar. Tek suçları İsrail tarafından hudut dışı edilmeleriydi. Bir zamanlar rahat ve temiz evlerde oturan bu insanlar simdi pis bir arazide çamurlar içinde kurdukları çadırlarda yaşıyorlardı. Gelip onların zavallılıklarını görüyorlar, herşeyin düzeleceğine dair söz verip gidiyorlardı. Gazeteciler onlar hakkında uzun makaleler yazıyor resimlerini dünyanın değişik gazetelerinde yayınlıyorlardı. Birleşmis Milletler delegeleri geliyor raporlar hazırlayıp ayrılıyorlardı bu pis yerden. Delegelerin hazırladığı bu raporlar sadece onlara gönderilen pirinç et ve un ihtiyaçlarının daha fazla gönderilmesini sağlıyor böylece yaşamları yiyecek bakımından daha kolaylaşıyordu. Sıkışık bir vaziyette, küçük çadırlarda, dünyadan uzak, işsiz, hiç bir eğlencesi olmayan bu insanlar artık durumlarından şikayet  etmiyorlardı. insanlar artık Sikâyet etmek için insan kuvvetli olmalıydı. Gıdasını iyi alabilmeli rahat yerlerde yaşamalıydı. Ancak o zaman dünyaya sesini duyurabilir, şikâyetlerini bildirebilirdi. Dünya da onları ancak o zaman dinlerdi. Şimdi ise bu insanlara acınılıyor ve gönderilen yiyecek maddelerinden başka hiçbir yardımda bulunulmuyordu. Bu zavallılar tüm umutlarını yitirmişlerdi. Kendi topraklarına dönmek diye bir umut kalmamıştı içlerinde. Uzun yıllar doğup yaşadıkları topraklardan, İsrail diye bir devlet onları atıvermişti hiç acımadan.”

Sonuç olarak; kitap güzel bir kurgu ile yazarın zihnindeki taraflı tutumla müslümanları yerden yere vuran bir hikaye ile kaleme alınmış bir romandır.

Tevfik YAZICILAR

02 Temmuz 2022

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.