Ölüm düşüncesi davranışlarımızı nasıl etkiliyor?
Bu makaleyi okuduğunuzda siyasi düşüncenizin, önyargılarınızın ve karar alma işlemlerinizin geçici olarak değiştiğini göreceksiniz. Çünkü ölüm fikri, düşünme tarzımızda köklü değişimlere neden oluyor.
Kalan son tabu ölüm ise bu çok uzun sürmeyecek gibi görünüyor. Son yıllarda, evde ve kamusal alanlarda ölüm hakkında konuşmaların artması için çaba gösteriliyor. Örneğin ilk olarak 2004’te İsviçre’de başlatılan ölüm kafeleri diğer ülkelere de yayılmış, insanların çay-kahve eşliğinde ölüm hakkındaki korkularından söz etmeleri sağlanmıştı.
Ölüm hakkında konuşmak istemeyişimiz genellikle ölüm korkusuna bağlanır ve bu yüzden ölümle ilgili düşünceleri bastırdığımız düşünülür. Oysa bu kanıyı destekleyen bir veri bulunmuyor. O halde, ölüm kaygısı açısından “normal” diyebileceğimiz miktar nedir ve bu kendisini nasıl gösterir?
Anket kullanılan araştırmalardan yola çıkarak şunu diyebiliriz ki, aslında kendi ölümümüzden çok, sevdiklerimizi kaybetme korkusudur bizi rahatsız eden. Ayrıca bu araştırmalar gösteriyor ki, yaşamın sona ermesinden ziyade, ölüm sürecinin kendisinden, o sırada hissedilecek acı ve yalnızlıktan korkuyoruz daha çok.
Cezalandırıcı tavır
Genel olarak ölümden korkup korkmadığımız sorulduğunda çoğumuz bunu inkâr ediyor, sadece biraz endişe duyduğumuzu ifade ediyoruz. Ölümden aşırı korku duyduğunu (tanatofobi) açıklayan azınlık ise psikolojik olarak anormal görülüyor ve tedavi görmeleri tavsiye ediliyor.
DERGİ – Öldükten sonra saç ve tırnaklar uzar mı?
Öte yandan, ölüm kaygımızın düşük seviyede olduğunu söylememiz, bu korkuyu kendimize ve başkalarına itiraf etmekten çekindiğimiz anlamına da gelebilir. Bu teoriye dayanan sosyal psikologlar, yaklaşık 30 yıldır kendi ölümümüzle yüzleşmenin sosyal ve psikolojik etkilerini araştırıyor. 200’den fazla deneyin yapıldığı bu araştırmalarda insanlardan ölüm anını hayal etmeleri isteniyor.
İlk araştırma Amerika’da bölge mahkemelerindeki yargıçlar üzerinde yapılmıştı. Yargıçların kefaletle serbest bırakma yönünde karar alabilecekleri uydurma bir senaryo oluşturuldu. Karar vermeden önce kendi ölümlülükleri hatırlatılmış olan yargıçların diğerlerine oranla çok daha yüksek kefalet belirledikleri görüldü. Daha sonra farklı ülkelerden insanlar üzerinde yapılan deneylerde ölüm düşüncesinin yol açtığı birçok etki tespit edildi.
Kutuplaşma artıyor
İnsanı daha acımasız cezalara yöneltmenin yanı sıra, ölüm düşüncesinin milliyetçi, ırkçı, dinsel ve yaşla ilgili önyargıları da artırdığı ve bu şekilde davranmaya yönelttiği görüldü.
Bu araştırmalar, ölüm hatırlatmasının, bağlı olduğumuz gruplarla bağlarımızı güçlendirdiğini, bizden farklı olanların ise aleyhine işlediğini gösteriyor.
Ölüm hatırlatması ayrıca siyasi ve dini inançlarımız üzerinde de ilginç etkilerde bulunuyor. Ölüm düşüncesi kutuplaşmayı artırıyor: yani liberaller daha liberal, muhafazakârlar daha muhafazakâr olurken, dini inançları güçlü olanlar bu inançları daha tutucu savunmaya, inançsızlar ise daha tanrı tanımaz hale geliyorlar.
Öte yandan ölüm düşüncesi insanı, belki de farkında olmadan, biraz daha dini inançlara yöneltiyor. Bu düşünceyi hatırlatan şey güçlü ise ve kişi daha önceki siyasi inançlarının pek de farkında değilse, muhafazakâr fikirleri ve siyasetçileri daha fazla destekler hale geliyor. Bazı araştırmacılar, 11 Eylül’den sonra ABD’deki sağa kaymayı buna bağlıyor.
Ölümsüzlük arayışı
İyi de ölüm düşüncesi neden insanı daha cezalandırıcı, daha muhafazakar kılıyor ve dine yöneltiyor? Birçok teorisyene göre, ölüm hatırlatıldığında insan ölümsüzlük arayışına giriyor. Dinler zaten ölümsüzlük içerirken, ulusal ve etnik gruplar da laik aidiyetlikler yaratarak sembolik ölümsüzlük olanağı sunuyor. Bu gruplar ve gelenekleri, kimliğimizin bir parçasıdır ve varlık ve etkileri bizim yaşamımızla sınırlı değildir. Kültürel normlarımızı savunmak bizim aidiyet duygumuzu güçlendirirken, bu normlara uymayan bireylere karşı daha cezalandırıcı bir tutum almak da bundan kaynaklıdır.
Bu yorumla uyumlu olarak, araştırmacılar, ölüm hatırlatmasının insandaki şöhret ve çocuk isteğini artırdığını, çünkü bunların sembolik ölümsüzlükle bağlantılı olduğunu belirtiyor. Yani, yaptığımız iş ve DNA’mızla ölümsüzleşmek istiyoruz.
Peki, ölüm konusundaki korkuları konuşma yoluyla aşma çabalarına ne demeli? Gerek bireysel gerekse kamusal alanda ölümden daha fazla söz etmek belki de araştırmaların ortaya koyduğu gibi, bizleri daha fazla önyargılı ve cezalandırıcı hale getirebilir. Ama belki de bu negatif etkiler, ölümü düşünmeye ve konuşmaya alışkın olmamamızdan kaynaklanıyor.
Maruz bırakma terapisi, insanları kendilerine endişe ve korku veren nesne, hayvan ya da anılarla karşı karşıya getirerek korkularını azaltmayı amaçlar. Aynı şekilde belki de bu son tabu kırma eğilimi bizi ölüm karşısında daha güçlü kılacaktır.
Jonathan Jong Coventry Üniversitesi