İstanbul sobeledim seni..

İstanbul sobeledim seni..

Sokaklarında gerçekleşen amansız koşuşturmaların birinde hiç tereddüt etmeden sobeledim.. Sen henüz Galatada mahmur gözlerini açmadan ben usulca çamlıcanın tepesinden gördüm seni. Pelerinine doladığın Pier Loti den gelen sabah ışıltısı Sütlüceyi aydınlatırken Balatta oluşan suyun şavkı henüz kaybolmamıştı. Üsküdara ulaştığımda seni bana ulaştıran marmaranın gerdanlığı boğazı aşmak için atan yüreğim el emeği boğazın kemeri üzerinden değilde gözyaşlarının çağlayanından bir şirketi hayriye vapuru ile süzülerek yol verdi bana.

Ey istanbul ben seni sobeledim…

Eminönünde Mısır çarşında kokunu duyduğumda sen hala sabahın mahmurluğunu atmaya çalışmaktaydın Süleymaniye sırtlarında. Bense senin peşinde görkemli sarayının kapısını çalmak için yol almaktaydım gizlice. Gülhane kapısından adımları atmadan önce geriye dönüp baktığımda İstanbula seslenen Kadıköyün Boğasıyla yüzleşmem gerektiğini fısıldadı arnavut kaldırımları kulağıma. Devri Osmanlıda aslımızı her sabah uyandığımızda bize hatırlatsın ki toprağı ve halkımızı unutmayalım diyerek Topkapı sarayına gelen hediyeyi her sabah uyandıpında görebilmek için camının karşısına koyduran padişahı yadettim bir kez daha.

İstanbul ben seni sobeledim…

Sarayının bahçelerinde can kırıklarım yüreğimden taşarcasına özlemlerimi kelebeklerin kanatlarına emanet ederek ararken seni Beyazıttan bir ses işittim ağlarcasına. altın minaresi ile Sultanahmetin gölgesinde kırmızı kesilen Ayasofyaya avucumdaki ihanetin izlerini silmek için “açıl ey gözyaşlarında boğulan mabet” diye haykırdıktan sonra koşarak sana geldim.

sobeledim seni istanbul…

Aksarayın Lalelinin kirinden Beyazıtta duramadan yine Fatihin camisine koştuğunu anladığımda sana hissttirmemek için umutsuz takibimi Şehremini’nde yol izni aldıktan sonra Topkapıdan ulubatlıya selam ederek Edirnekapı içersine yokolan Sulukuleden buranın katillerinde nefretimi bileyerek geçtim umudum gömleğimin sol cebinde.

Ve İstanbul ben seni sobeledim…

Atikaliden Yavuzselime bembeyaz giydirilen yol kenarlarında koşuşturan gülen yüzlü insanların kargaşısını az aştımda Fatihin dizinin dibinden ayrılan seni Çarşambada Efendinin dergahında hiç tereddüt etmeden sobeledim. Asrı Saadetten kopup gelmiş o kalabalığın içersinde diz çöktüğüm yerde bana gösterdiğin şefkatinden sobelendiğini bilsemde seninde diz çöktüğün yerin aynı yer olduğunu bilmek seni sobeletti bana…

Ve ey istanbul şunu bilki sen bana sobelendin…

Tevfik YAZICILAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.