İskender Pala’nın Aşk Anlayışı
Üç harf beş noktaydı âlemi sıra dağlar üzerinde sabit kılan kuvvetin, zayıf bedenlere hediyesi. Pala’nın kalemi aşkın bedenine değene kadar, o kadar yalın ve çıplaktı ki tariflerin üzeri. Divan edebiyatımızın cumhuriyetimizdeki son temsilcisi Babil’de Ölüm İstanbul’da Aşk’ın satırlarına “ Ben aşık oldum biliyorum insanların kınayışlarını” sözcüklerini dökerken, Aşk’ın sırtına sümbül kaftanını geçiriyordu.
Pala’nın Aşk’ı elbette günümüz çocuklarının basit aşk oyunlarına benzemiyordu. O; “Gerçek Aşk gizli olandır” diyerek söylenebilecek tüm sözleri dört cümlecikle özetliyordu.
Öyle ki üstad tüm yapıtlarında, aşkın büyüsünü; duyguların düşüncelere hâkim olmasıyla anlatmaya başlar. Birçok eserinde düşüncelerin duyguları yönlendirdiği aşkları yalancılıkla itham ederken, aşkın olduğu yerde aklın yerinin olmayacağının altını çizmektedir aslında.
Kays’ın dilinden “Tanrım beni akıl endişesinden uzak eyle; ve beni her an aşk ile içli dışlı yap” derken kim bilir belki de kalpleri sevda ile dolu âşıkların, benliklerini ve bencilliklerini eritmelerini tarif etmektedir.
Pala tüm yapıtlarında aşkı madde ile mananın savaşında kaldığı uçurumun kenarından kurtararak, elinden tutar ve ait olduğu yere taşır.
“Cennet ile cinnet arasında bir hareke farkı var ya hani” dizeleri yer bulurken Ah Minel Aşk’ ta işte tamda bu noktada mananın aşkının, maddenin aşkına galebe geldiğinde oluşacak Cennetin, bir harf kadar yakın olduğunu gözler önüne sermektedir.
Pala’nın aşk tahlillerinde bir başka önemli argüman ise aşkın gizliliğinin verdiği aşikar tebessümdür. O kadar basit ifade eder ki bunu ; “Öyle ki, sevgili gizli bir hazinedir de bilinmesi aşığı kıskandırır” der bir eserinde.
Hatta “Şimdiki gençler galiba gizli kalması gerekeni açık ettikleri ( ne ayıp!…) ve sevgililerinin adlarını dillendirmekle kalmayıp aradaki macerayı da başkalarıyla paylaştıkları için aşkın gülümseyişlerini ve zenginliklerini ıskalıyorlar” diyerek, aşığın sevgilisinin adını gecenin en siyahında umudun bittiği yerde dahi, gizlediğini aktarmaktadır bize.
Pala’nın gizlediği ve gecenin karanlığına hapsettiği asla bir otoritenin baskısından saklanmak zorunda kalan bir aşk hikâyesi değildir. Tam tersi Pala’nın yazılarında aşkın ifadesi tam anlamıyla bir başkaldırıdır.
Mir’at eserinde aşkın gizliliğine verdiği değeri katmerlendirir adeta “Hani Leyla’ya sormuşlar, sen mi daha büyük aşıksın, yoksa Mecnun mu ? diye. Elbette ben daha büyük aşığım diye cevap vermiş. Çünkü ben aşkımı kimseye söylemedim; o ise bir dağ delisi gibi davrandı, sevgimizi dillere düşürdü.”
O, “Ne din, ne yasalar yasaklamamıştır aşkı yürekler Allah’a aittir çünki” diyecek kadar açık sözlü, aynı zamanda bir diğer eserinde “Hiç bir din yasaklamamıştır aşkı, hiçbir bilge yahut öğreti de. Ama biz kendimize yasaklamışız nedense” diyebilecek kadar devrimcidir. Ne bir harfini paylaşamadığı aşıklısının adından, ne de aşkını özgürce haykırabilmekten ödün vermez Pala.
Divan edebiyatımızın son kalesi, sevgiyi aşka çeviren rolü “Aşkın en güzel tezahürü bakışlardır” demek suretiyle bakışlara verir.
Gözgü kitabında “Aşk, aşığın gönül toprağında filizlenecek bir sarmaşıktır. İlk bakış, bu sarmaşık tohumunun aşık gönlüne ekilmesinden ibarettir” satırlarını paylaşır okurlarıyla Ardından bir diğer eserinde “Ancak sevginin aşka dönüştüğü an, sevenin sevgili yüzünü göz ile gördüğü andır” diyerek; Kays’ın Leyla’yı, Ramin’in Veys’i, Hüsrev’in Şirin’i ancak göz ile gördükleri anda, aşıkın maşukuna beslediği sevginin yerini aşka terk ettiğini aktarır bizlere.
Pala aşkın başlamasına yol açan görme hadisesini aktarmasının üzerinden çok geçmeden de bakışla gönüllere girenin dokunuşla bozulmaması için uyarır neslimiz gençliğini ve “Aşk bakmakla güzelleşir konuşmakla zenginleşir ama dokunmakla bozulur” der Divane Güzeller’de. Gencin üzerine giydiği ve maşukunun üstüne biçtiği haya elbisesinin parçalanmaması için şeytanın ayartmalarına dur demek gerektiğini vurgular bizlere. Açıkken gözbebeklerimize yerleşen, göz yumduğumuzda gönlümüze sızan sevgiyi muhafaza etmemizin yollarını anlatır.
Pala’nın üzerini çizdiği bir başka gerçek ise aşkın karşılık beklemediğidir. Bunu en belirgin olarak Kitab’ı Aşk’ında şöyle ifade eder “İsterler ki Allah aşkı seven ile sevilen arasında eşit bölüştürsün… Oysa Aşk bu demek değildir. Seveni sevmek kolaydır marifet o sevmediği zamanda sevebilmektir.” Tekrar tekrar hazmedilerek okunması gereken bir uyarıdır aslında bu.
Marifeti fark edebilen ve aşkın girdabına düşenler bilirler ki ; kanayan aşk yarası yanmaya devam ettikçe, ham olan pişmeye mahkum olacaktır.
Aşka isyanın, kişinin yüreğinin darlığından meydana geldiğini daha nasıl anlatabilirdi ki bizlere. Âdem ile Havva’dan başlayan âşıklar listesinde kendi adlarının da yer almasını isteyen âşıkların, birbirinden devralması gereken sevdanın zorluklarını sürer önümüze Pala. “Aşk iğnesi ile dikilince bir dikiş, kıyamete kadar sökülmez imiş, hayatı aşka bölünce hayat çoğalır; bütün hayatları toplasan geriye aşk kalır” dizeleriyle de Kırk Güzeller Çeşmesinde sözlerini şu ifadelerle bağlar “Mahrem düşüncelerle perdelenen odalarda ya ezel ya ebed olur; aşk kayıp giderse dünyadan ebed kıyamet olur; sevgisizlik gelir, dünya cehennem olur.”
Aşka methiyeler dizer üstad. Eflatuna yapmış olduğu aşk tarifinden dolayı sen yanlışsın aşk artmaz eksilmez bir duygu değildir demekten çekinmez ve sorgular; “Devamlı artmayan bir duygunun aşk olması ne mümkün”.
Aşkı devamlı coşan, kabaran ve büyüyen sürekli güçlenen bir duygu olarak tanıtır Ayine adlı eserinde . Mirat’ta ise aşk kelimesinin bir diğer anlamını sunar “sevgide ölçüyü aşmak, sınırın ötesine geçmektir Aşk”. Bu nedenle her sevginin aşkın yerini alamayacağını ifade eder aslında.
Aşk olmak isteyen sevginin, geçmesi gereken merhaleleri aktarır ve bu merhalelerin sonunda aşığı maşukta kaybeder, seven ile sevileni aynileştirerek seveni sevilende yok ederek, sevilenin kimliğine büründürür.
Ve son sözünü söyler: “Asıl olan Aşktır gerisi vesairedir.”
Tevfik YAZICILAR
Yıl bindokuzyüzbilmemkaç