EKMEK DAVASI
Bir evde ekmek çöpe atılıyorsa o evde yaşayanlar arasında adalet konusunda bir sapma var demektir. Ekmek, o evin iktisadi anlamda “denge” durumunu gösterir. Ekmeğin çöpe atılması, onun yenilmemesine bağlı olarak gündeme gelir. Diğer değişle “Ekmek çöpe atıldı, çünkü evdeki denge durumu bozuldu.”
Dengenin bozulduğunu bazı emarelerden anlamaktayız.
Birincisi: Ev sakinlerinden bazıları evdeki sofraya hürmet etmedi, başka yerde yedi. Sofra açmak ve ocak tüttürmek bir evin varlığının delilidir. Evdekilerden biri sofraya oturmadığında sofra aslında açılmadı. Sofradan bereketin eksilmesi nedeniyle ekmek ‘artık’ haline geldi, çöpe atıldı.
İkincisi: Evin sakinleri ‘oburluk’ gibi nefse ait sebeplerle “denge durumunu” bozmaktadır. Bu varsayımda ‘dengenin bozulması’ kronik bir duruma işaret etmektedir. Yemeye tamah edilmekte ancak ihtiyaçtan fazla yiyecek – ekmek tedariki nedeniyle o yenmemektedir. Oburluk, nefsin hastalık hali olarak denge durumunun bozukluğunun işaretidir. Oburluk- açgözlülük veya eş-şerah bir marazdır. Tedavisi kanaattır.
Üçüncüsü: Evde ekmek varken ‘katık’ dediğimiz ikincil yiyecekler tercih edilmekle de ‘denge durumu’ bozulabilir. Gelenekte ‘asal’ yiyecek ‘somun’, ikincil yiyecek ‘katık’tır. Hz. Peygamber yiyecek bir şey istediğinde ona ekmek getirirler. Ekmeğin yanında katık olup olmadığını sorar. “Biraz sirke var” demeleri üzerine “Getirin onu, sirke ne güzel katıktır.” buyurur. (Müslim, Eşribe, 164-169; Ebû Dâvûd, Et’ime 40; Tirmizî, Et’ime 35; Nesâî, Eymân 21). Bu rivayette ekmeğin pahalı olmayan yiyeceklerle katık edilmesi övülür. Ekmek israfını önlemenin yolu, ekmeğin ‘asal’ pozisyonunun muhafazasıdır. Ekmeğin çöpe atılması ise ‘katığın’ öne çıkarılması ve ‘asıl’ın kaybedilmesi anlamına gelmektedir.
Dördüncüsü: Eve gelen misafir de ekmeğin atılmasının sebebi olabilir. Misafire hep taze ekmek yedirme düşüncesi gösteriş-kibr kapsamında değerlendirilmelidir. Hiçbir gerekçe ekmeğin çöpe atılması için mazeret olarak ileri sürülemez. Çünkü ekmeğin çöpe atılması israftır. Misafir, her öğünde taze ekmek yeme talebiyle evdeki dengeyi bozmakta, israfı yapısallaştırmakta, kendi evindeki denge durumu bozukluğunu misafir olduğu eve taşımaktadır. Dolayısıyla sadece misafirler değil ev’e giren tüm sakinler ‘denge düzeni’nde konum almalı, ‘denge’de yaşamalıdır.
Ekmek israfı bu dört sebebe dayalı olarak ortaya çıkar. Her ev bu şekilde israf yapmaya başladığında evler sistemi olan şehirde bunun etkileri (bozuşma) görülecektir. Geleneksel şehirler hayvan ve bitki popülasyonuyla ruh kazanır. Bitki-hayvan-insan ilişkisi iktisadi bir değer yüklenmektedir. İnsanların bakımını üstlendiği hayvanlar iktisadi yaşantılarını da yansıtır. Beslediğin hayvan, senin ‘tüketim toplumu’na mı ‘üretim toplumu’na mı aitliğinin de aynasıdır.
Modern kentlerde ise hayvanlar ‘tüketim toplumu’ değerlerine uyumludur: kedi, köpek, güvercin, hamster. Tüketim toplumunda kimliğini bulan modern insanın ‘köpek çobanı’ olduğu söylenebilir. Günün belli saatlerinde evde besledikleri hayvanları sokağa çıkaran hayvan bağımlılığının bir tür ‘çobanlık’ haline dönüşmesi şaşırtıcıdır. Geleneksel insan ise kentlilerce küçümsenen ‘koyun çobanı’ olmakla aslında ‘denge’de durmanın arayışındadır. Geleneksel toplumun besin zincirinde gıda pek çok biçimde ve faydalarıyla geri döner. Ot-hayvan ilişkisinden hem gıda hem de toprağın gübresine dönüşecek tezek tedarik edilir. Ayrıca inek-koyun vücut ısısıyla da ev’i destekler. Köpek-kedi-hamster-güvercine verilen gıda ise geri dönüşsüzdür.Kediyi besledin ama fare yemiyor, köpeği besledin ama koyunu gözetmiyor. Peki bu canlılar ekolojik denge düzeninde nerede duruyor?
Gıda zinciri bakımından önemli bir temel konu ise ‘ekmek’le ilgilidir.
Ekmek, mübarek bir yiyecektir. Ancak çöpe atılmakta, hayvanlara saçılmaktadır. En iyisi çöpe atmayalım, kuşlara verelim? Öyle mi?
Ekmek-güvercin ilişkimiz israfı örten bir yapı kurmaktadır. Türkiye’de atılan ekmek dünyadaki açlığı kaldıracak boyuttadır. Bu ekmeğin güvercinlere verilmesi hiçbir şekilde reva değildir. Fakat ekmeğin tavuğa yedirilmesi bir dereceye kadar anlamlı (ama pahalı) bir iktisadi tavırdır. Güvercine yedirilmesi israfı kaldırmaz. Kuş popülasyonu atrmaktadır. Kanaatimce bu felâkettir. İnsanların çoğu ise güvercinlerin çoğalmasına bir değer yüklemektedir. Bunu nasıl izah etmeliyiz?
Farelerin artması gerçekte kent hayatındaki besin zincirinin kırılmasıyla ilgilidir. Kediler fare yemelidir. İnsanlar kendi sevgi ihtiyaçları nedeniyle kedi beslerler ve kendi yedikleri yiyecekleri onlara yedirirler. Kedi için fare avlamak bayağılaşır. Semirmiş bir kedi, açlığın / fakirliğin hüküm sürdüğü bir toplumda ‘ekmek elden su gölden’ misali yaşamaya başlar, burjuvalaşır. ‘Minik fare kükredi fareden korktu kedi’ realitesiyle karşılaşırız. Fareler çoğalır. Kediler de çoğalır. Bu iki türün kavgası, kapitalizmin nimetleriyle bitirilir. Ancak bunu ‘sosyal adalet’sizliğin büyümesi anlamında okumalıyız. İnsanların kedi beslemesi gıda zincirini bozmaktadır. Kedi sevgisi insan gıdasının azınlık hayvan türleri lehine transferine dönüşür. Fare avlayamayacak denli ondan korkan kedi artık bir asalaktır. Diğer taraftan fare popülasyonu da giderek büyümektedir. Farelerin de hamam-böceklerinin de çoğalması beşerî kokuşmayı işaret eder. Bu iki tür de insanların çöplerinden, artıklarından, yemedikleri yiyeceklerden beslenirler. Kentlerde lağım-pislik alanlarının oluşumu insanların çoğunun Kafka böceğine dönmüşlüğünü gösterir. Kafka’nın Dönüşüm’ünde böcekleşen adam (Gregor Samsa) tembelleşmiş/asalak/üretmeyen ailesinin borçlarını ödemeye mahkum edilmeyi temsil eder. Gregor Samsa ailesinin fıtratlarına göre yaşamamasına karşı böcekleşir. Yani pislik haline gelmiş hayata kendini uyarlar. Bu bir protestodur. İnsanın gıda kontrolünü kaybetmesi (israfa boğulması) fare ve hamamböceği popülasyonu tarafından istilaya uğramasıyla sonuçlanır. Kentliler ‘bu hayvanlar nereden girdi evimize, hayatımıza?’ diyemezler. Fare-hamamböceği-güvercinler aslında onların gıda rejimidir. Kentlerde insanın gıda rejimi asalak hayvanlara gebedir.
Köylerde lağım şebekelerine ihtiyaç bulunmamaktadır. Toprak temizleyicidir. Hayvanlar da başka hayvanların artıklarından/leşlerinden kendilerine gıda temin ederek temizliğe katılır. Köylüler hayvanlarının gübrelerinden istifade eder.Gıda devr-i daime girer. Kural şudur: hayvanlar kendi lâyık oldukları yiyeceklerle beslenmelidir. İnsanın gıdasıyla değil. Küresel açlık beşerî gıdanın hayvanlara verilmesinden doğmaktadır. Azınlık bir grubun her öğün et yemesi için insanlara ait gıdaya müdahale edilir. Bütün dünyada topraklar et üretiminin maksimizasyonu için istila edilmiştir. Dünyada üretilen tahıl, hayvan yemine ya da biyoyakıta dönüştürülmektedir. Ekmekle doyabilecek insanlara et yedirmek büyük bir ranta dönüşür. Tarımsal toprak, hayvanlara yem üretmek için kullanılmaya başlar. Diğer değişle toprak et üretmeye özgülenir. 1 kg inek eti için 8-16 kilo tahıla,15.000 litre suya ihtiyaç bulunmaktadır. Modernite asal yiyecek olan ekmek yerine ikincil yiyecek katığa geçerek yüksek katma değerli mallarla piyasayı doldurur. Katık (ekmekle yenen yiyecek) hazzı nedeniyle küresel açlık büyümektedir. Kedilere ciğerli ekmek, köpeklere kanla ıslatılmış ekmek, kuşlara suyla ıslatılmış ekmek yedirilmektedir. İnsanın tabiî yiyeceği tahıldır. ‘Ekmek ve tuz hakkı’ diye yemin verilmiştir. Ekmek-buğday insanın asal gıdasıdır.
“Yerde atılmış ekmek parçası gördü. Hemen onu alıp: Şu ekmek bir kavimden nefret edip kaçmışsa bir daha geri dönmemiştir buyurdu.” (İbn-i Mace)
Lütfi BERGEN