Çöplerinden Fatih Çarşamba Analizi
Daha önce Cihangir çöplerini karıştırarak ilginç bir Cihangir analizi yapan Ali Mendillioglu bu defa Fatih Çarşamba semtinin çöplerini karıştırdı
“Sana neyi karşılıksız vereceklerini soruyorlar. De ki: İhtiyaç fazlası her şeyi” (Bakara:215)
Fatih’in çöpünü yazmaya karar verdiğimde, Cihangir çöpünü yazdığımda aldığım eleştirileri hesaba katarak, (siz bunu biraz hırslanarak, biraz kızarak da okuyabilirsiniz) kendimce bir metot belirlemiştim. İslami olarak adlandırılan sermaye gruplarının Fatih pazarındaki payı nedir sorusuna, markaları tespit ederek cevap vermeye çalışacak ve İslami ilkeleri referans alarak yaşayan insanların tüketim alışkanlıkları hakkında veriler toplamaya çalışacaktım.
Bu çalışma yalnız beni değil Fatih’te oturan iki arkadaşımın ve Sean’ında merakına mazhar olmuş olacak ki hiç toplayıcıya benzemeyen dört kişi ile Fatih çöplerine doğru yol aldık. İsmailağa Cemaati ile ilgili basından okuduğumuz haberlerden sonra, birisi burada ne yaptığımızı sorsa doğrusu verebilecek bir cevabımız yoktu. Fatih’te ikamet eden arkadaşlarım bölgenin yerlisi olmasına ve kendilerini dünya görüşü ve duruş olarak Müslüman olarak tarif etmesine rağmen, yanımızda Amerikalı bir gazetecinin olmasından dolayı çekiniyorlardı. Sean’ın korkusu malum , benimse durumum daha bir vahim. Ses kayıt cihazı ve kamera ile yanında üç kişi çöpleri karıştırırken. Dilerim bir daha bu duruma düşmem.
Çalıştığımız bölge İsmailağa Cemaati’nin yoğun olarak yaşadığı Darüşşafaka Caddesi, İsmailağa Camii’nin karşısından Draman’a doğru inen bölge ve İsmailağa Camii’den Rum Patrikhanesi’ne inen bölgeyi kapsıyor. Bu üç bölge sadece coğrafik değil , aynı zamanda sınıfsal bir farklılık da ifade etmektedir. Fatih’te oturan arkadaşım daha çöpleri incelemeye başlamadan önce Draman’a inen bölgede yoksulların, Rum Patrikhanesi’ne uzanan bölgede alt orta ve orta sınıfların,
Darüşşafaka Caddesi’nde ise orta-üst sınıftan insanların yaşadığını söylemişti. Çöplerden çıkan bulgularda bu tespiti destekler nitelikte.
İlk olarak, İsmailağa Cemaati’ne bağlı yoksul insanların yaşadığı bölgenin çöpü ile başladık. İsmailağa Camii’nin tam karşısındaki sokağın girişinde ilk çöp konteynırları karşıladı bizi. Konteynırın başında 50 yaşlarında bir teyzeyi çöp karıştırırken bulduk. Boş sokaklardan küçük bir kız çocuğu elinde çöp poşeti ile konteynıra yaklaşıyordu. İlk çöpe bakmadan sokaktan aşağıya vurduğumuzda arkadaşlar niye çöpe bakmadan geçtiğimizi sordular. Bu işin raconu budur. Çöpü karıştıran biri varsa o çöpe girilmez. Bir yandan üzülmüştüm; çünkü teyzem işine yarayacak şeyleri alınca bizim verilerimiz azalacaktı.
Ancak, bunun gereksiz bir üzüntü olduğunu anlamam fazla uzun sürmedi. İkinci konteynıra geldiğimizde çöp poşetlerini açmaya başladım. İlk çöp poşeti bebek bezi, süt kabı, meyve suyu, tavuk poşeti, salata çöpü, sebze yemeği, beş kiloluk bir yoğurt kabı, iki adet 5 litrelik su peti, bir küçük su peti. Daha sonraki çöp poşetlerinde artık istatistik tutmayı bıraktım; çünkü hep aynı manzara ile karşılaşmaktaydım. Nerdeyse her açılan poşetin değişmezi bebek bezi ve süt olmakla birlikte meyve suyu ve tavuk paketi karşıma çıkmaktaydı.
Yemek artıklarında da bir farklılık görmedim. Pirinç pilavı, salata ve sebze artığı.
(Burada çorbayı ayırt etmek mümkün değil çünkü diğer sulu yemeklerle karışmakta ve hiç hazır çorba ve et-tavuk suyu ambalajı ile karşılaşmadım) Mübalağasız söylüyorum, ben hayatım boyunca bu kadar çok bebek bezini çöpte bir arada görmedim. Süt ve meyve suyu paketini de. Diğer taraftan beni en çok şaşırtan şey şu oldu. Yazının başında söylediğim gibi İslami olarak adlandırılan sermaye grupları ile diğer sermaye grupları arasında bir orantılama yapmak için hazır tüketim malzemelerinin markalarını not etmeyi düşünüyordum.
Not edecek hiçbir şey bulamadım bu bölgede. Özellikle Eti ve Ülker grubunu merak ediyordum. Çünkü bisküvi , çikolata gibi atıştırmalık ürünlerin ambalajları çöpte çokça karşılaşılan atıklardır. Rakamla “0”sayıyla sıfır. Hele ki böyle çocuk nüfusunun çok yoğun olduğu bir bölgede. İkinci merakım Coca Cola ürünleri ve Cola Turka, Kristal gibi markaların rekabetiydi. Gene bölge istatistiğini veriyorum. Rakamla “0” sayıyla sıfır. Burada şöyle bir itiraz geliştirebilirsiniz. İyi de bunu anlayabilmek için uzun süreli bir çalışma ve gözlem gerekmekte, bugün bu ürünleri tüketmeyen bir ailenin yarın tüketmeyeceğinin ne garantisi var. Bu konuda bir sosyolog olmasam da rahatlıkla şunu söyleyebilirim.
Bu ürünler bir alışkanlık nesnesidir. Üç beş tane çıkması ile hiç çıkmaması arasında bir fark yok zaten. Böyle bir tüketim alışkanlığı olsaydı, bugün tüketmeyen ama; yarın olası tüketebilecek bir ailenin poşetinde bulamadığımız ürünleri başka ailelerin poşetlerinde mutlaka bulurduk. Bunu destekler nitelikte diğer bir gözlemimi de aktarayım. Lokanta poşeti yada paketi de bulamadım. Bununla birlikte sınırlı sayıda da olsa pastaneden alınmış baklava paketi ve kutuda satılan hazır sütlaç vb. kaplarını görmek mümkündü. Bu bölgede çıkan çöpler içerisinde kutu-marka temizlik malzemeleri de pek rastlanmayan ürünler. Bu durum çoğunlukla temizlik malzemeleri satan dükkanlardan açık olarak bu ürünlerin temin edildiği izlenimi yarattı bende. Gene hiç bulamadığım ürünler kategorisinde güzellik ve makyaj malzemeleri de hatırlatılabilir. Ayrıca eski elbise atığı da bu bölgenin çöpleri içerisinde yer almamakta. Ancak, beslenme alışkanlıklarında iki nokta dikkatimi çekti. Ortalama çöplerden farklı olarak kahvaltılarda yoğun bir şekilde reçel ve helva tüketilmekte. Bu bölgede sigara tüketimi de bir hayli az. Sigaraların marka tercihinde fiyat belirleyici oluyor. En ucuz marka sigaralar ve ucuz kaçak sigara paketleri bulabildim. Bir diğer ilginç nokta ise en çok tüketilen meyvenin bu yokluk tablosu içerisinde muz olması idi. Yoksulların yaşadığı bölgedeki çöplerle ilgili verileri değerlendirmek için İslami hareket içerisinde mülkiyet ilişkilerini güçlü biçimde sorgulayan İhsan Eliaçık ve Sosyolog Neşe Özgen ile konuştuklarımız ışığında bazı saptamalarda bulunmak gerekirse;
1- Çöplerin kapı önüne bırakılması yerine konteynırlara bırakılması meselesinde, Neşe Abla daha önce alt sınıflarla yaptığı çalışmaları göz önünde bulundurarak, kentte yaşayanlar içerisinde en alt sınıfların kentle bütünleşmek ve kentlileşmek adına daha duyarlı olduğunu belirtiyor. Orta-üst ve üst sınıfların kendisini kentin sahibi olarak gördüğü için bu hassasiyetlerinin gelişmediği kanısında. Bu tüketim tarzının gelir düzeyi ile ilgili olduğunu düşünüyor. Su pet şişelerine çöpte rastlamama şöyle bir açıklama getiriyor. Tamam, insanlar evde musluk suyu içebilir ya da damacana kullanarak tasarruf edebilirler. Ama dışarıda susamazlar mı hiç? Biz her gün kaç defa küçük su şişesi taşıyoruz ya da tüketiyoruz? Sigaraya para verirken düşünebiliriz ama 50 kuruşa su alırken bu dikkatimizi çekmez. Bu bölgede yaşayan insanlar 50 kuruşun hesabını yapmak zorundalar. Herkesin birbirini tanıdığı bir bölge olduğu için ya dükkanlardan girip bir bardak su içiyorlar ya da mahalle içerisinde kullanabildikleri sebiller var.
2- Ortalama çöplerin üzerinde çıkan helva ve reçel atıkları ile ilgili tespiti ise hayli ilginç ve üzerinde düşünmeye değer. Reçel 18. yüzyılın ortalarında işçi sınıfının ortaya çıkması ile bulunan bir yiyecek. İşçilerin yediklerini hızla enerjiye dönüştürebilmeleri için tatlı tüketimi artıyor. Helvayı da aynı kategoride değerlendirmek gerekiyor. Hızla enerjiye dönüşebilmesi gibi hızla düşmesi ve işçilerin bedeninde yarattığı tahribatın kapitalistler için bir anlamı yok.
3- Bisküvi, çikolata, cips gibi ürünlerin tüketilmemesi verisi üzerinden çocukların televizyonun kışkırtıcılığına dayanabilmesinin mümkün olmadığını düşünüyor Neşe Abla. Peki, televizyon izlenebilirliği oranında bir gözlem yapabildin mi diye sordu. Doğrusu bu aklıma gelmemişti. Konuşurken ve yürürken hep yere bakmak gibi kötü bir huyum olduğu için kafamı kaldırıp antenlere bakmak aklıma gelmedi hiç. Fatih’te yaşayan arkadaşımı arayarak tekrar dolaşmasını ve televizyon antenleri ve uydu antenlerini incelemesini rica ettim. Bir farklılık olmadığını, evlerde anten olduğunu hatta dışarıdan görünür evlerde genellikle dizi izlendiğini söyledi. Ancak dikkatimi çeken bir noktada şu olmuştu. Çöplerde bulamadığım başka birşey de bilgisayar parçaları ve aksesuarlarıydı. Ayrıca, bu bölgede hiç internet cafeye de rastlamadım.
Neşe Abla’ya katılmakla birlikte ikna olamadığım daha doğrusu anlamadığım bir nokta var.. Daha önce de alt sınıfların ve gelir düzeyi benzer bölgelerin çöpünü gördüm. Bu bölgede yaşayan insanların yiyecek artıkları benzer sınıfsal durumda olan alt sınıflar ve yoksullara oranla oldukça zengin. Diğer taraftan kola, içki, bisküvi, çikolata, parfüm temizlik ürünleri vb. tüketim malzemeleri ise yok denecek düzeyde az. Kapitalizmin kuşatmışlığına ve tüketim çılgınlığına karşı İsmailağa Cemaati’nin gösterdiği direncin kültürel, ideolojik kodlarına dair bir yazı tekrar değerlendirilmeyi hak ediyor diye düşünmekteyim.
Birinci bölgede çöpte en çok çıkan ürünler
1-Bebek bezi
2-Meyve suyu (Meyöz en çok tercih edilen marka)
3- Paket süt (sütte markalar farklılık göstermekte)
4- Tavuk paket (poşette değil köpük tabakta satılan)
5- Zaman gazetesi (Mutlak bir hakimiyeti var, %99)
6- Reçel kavanozları ve helva ambalajları
İkinci bölge olarak adlandırabileceğimiz alt-orta ve orta sınıfların yoğun olarak oturduğu bölgeye geçtiğimizde yazının başında bahsettiğim, elinde çöp poşeti ile konteynıra yürüyen küçük kız aklıma geldi. Bu yakaya geçer geçmez İsmailağa Camii önüne konulmuş çöp poşetleriyle karşılaştım. Bu tarafta her binanın önünde olmasa da sokaklarda poşetler görmek mümkün. Oysa diğer bölge gibi bu bölgede de belediyenin çöp konteynırları var. Burada Neşe Abla’nın alt sınıfların kentlileşmek için daha fazla çaba harcadığı tespitinin doğrulandığını düşünmeye başladım. Ha keza İhsan Eliaçık tarafından zenginlik ve refah düzeyi arttıkça dinle olan bağlar zayıflıyor tespiti de ideolojik bir neden olarak anlamlı geldi. Daha ilk çöpte yoksulların yaşadığı bölgede hiç karşılaşmadığımız gazlı içecek şişelerini gördüm. İki adet Schweppes şişesi… Bu aynı zamanda Coca-Cola Company ile ilk karşılaşmamızdı. Ancak Schweppes şişeleri bu bölgede son karşılaştığımız Coca-Cola ürünü olarak kaldı. Diğer poşetlerde Cola-Turka inisiyatifi ele geçirdi. Burada bir not daha düşmek gerekirse gazlı içeceklerin ambalaj atıkları konteynır içerisinden değil, sokağa bırakılan çöp poşetleri içerisinden çıkıyordu. Haksızlık etmemek ve bir yanlış anlaşılmaya mahal vermemek için hemen belirtmem gerekiyor ki, bu bölgede de gazlı içecekler ortalama çöpün çok altında bir oranda yer tutuyor. Bu bölgenin çöpü de bir önceki bölgenin çöpü ile çok karakteristik benzer özellikler taşımaya devam ediyor. Bir önce araştırdığım bölge gibi bu bölgede de aynı yoğunlukta bebek bezi, süt ve meyve suyu kutuları görmeye devam ediyorum. Atılmış gazete sayısı bu bölgede belirgin bir artış gösteriyor. Zaman gazetesi hala rakipsiz. Ancak ilk defa Zaman gazetesi dışında bir gazete ile karşılaşıyorum Akit gazetesi. Bu bölgede az da olsa bisküvi, çikolata cips vb. ürünleri görmek mümkün.
Yemek kültürü bir önceki bölge ile moda mod aynı. Tavuk tüm sofraların ve akşam öğünlerinin vazgeçilmezi. Salata, pirinç pilavı, sebze yemekleri de öyle. Bu bölgede de lokanta poşeti ve paketi atıklarıyla karşılaşmadık. Gene az sayıda pastanelerden alınmış baklava paketleri görülebiliyor. Konteynır çöpüne baktığımızda çok önemli bir fark görüyoruz. Battal boy çöp poşetleri ağzına kadar yemek atığıyla dolu. Etrafta ne bir lokanta ne de hastane benzeri bir yer yok. Öyleyse topluca yemek yenen yerler ne olabilir sorusuna ilk akla gelen cevap cemaat evleri ve Kuran kursları oluyor. Rum Patrikhanesi’ne doğru inerken Patrikhane’nin yakınlarında Gayrımüslimlerin yaşama ihtimalini düşünerek çöplerden farklı birşeyler bulabileceğimizi düşünüyorum. Patrikhane yakınlarındaki sokakların çöpünde de değişen hiçbir şey yok. İkinci bölgede yaptığımız araştırmada birinci bölgeden çok belirgin farklara ulaştırmasa da bazı şeylerin farklılaştığını hissettiriyor. Çöplerin kapı önlerine konulması, gazlı içecekler ve soda şişeleri, gazete okunurluğunun daha yüksek olması, bisküvi vb ambalajları, toplu yemek atıkları, ambalajlı temizlik ürünleri ve çürüyerek atılmış sebze atıkları. Bunlar ilk bölgede karşılaşmadığımız atıklar ancak bu bölgede de çöpteki oranı küçük bir yekun tutmakta.
Son olarak, Darüşşafaka Caddesi’ne iniyoruz. Bu bölgede orta-üst ve üst sınıf insanların ikamet ediyor olması çöpünde farklılaşacağı düşüncesi yaratıyor bende. Nihayetinde yanılmadığımı görüyorum. Bu bölgede nihayet Coca-Cola kutusu ile karşılaşıyorum. İlk gördüğüm, Coca-Cola kutusu Kız Lisesi’nin önündeki direkte asılı olan çöp kutusuna atılmış. Biraz ileride de en büyük sürpriz ile karışlaştım. Bir Efes Pilsen şişesi. Bu Efes Pilsen şişesi tüm bölgede karşılaştığım ilk ve son içki şişesi oldu. Bu bölge çöplerinde belirgin şekilde bisküvi çikolata vb. ürünlerin atıkları mevcut. Çok merak ettiğim Eti-Ülker rekabetini kimin kazanacağı sorusuna cevap bulabileceğim. Sonuç hiç de düşündüğüm gibi çıkmadı. Ülker ve benzeri markaların belirgin hakimiyetini göreceğimi düşünürken bu ürünlerin tüketiminde marka gözetiminin çok belirleyici olmadığını gördüm. Coca-Cola içinse aynı şeyi söylemek mümkün değil. Ta ki caddenin sonundaki konteynırda aynı poşet içerisinde çıkan üç kola kutusuna kadar tek bir Coca-Cola ürününe rastlamadım. Unutmadan bir de Capy ambalajı vardı. Coca-Cola ürünlerini tüketmeme noktasında ki hassasiyet Eti ürünlerinde görünmüyor. Coca-Cola ve ürünleri ideolojik bir sembol gibi duruyor. Bu bölgede diğer bölgelerde gördüğümüz gibi helva ambalajları ve reçel kavanozları görüyoruz. Fark şu ki diğer yerlerdeki plastik ambalajlardaki helva, madeni kutulara giriyor, reçel kavanozlarının albenisi artıyor. Yani; pahalı ürünler kullanılmaya başlanıyor. Lokantalardan evlere siparişte artmaya başlıyor. Çocuk oyuncakları da çöp kutularında görülmeye başlıyor. Bu da diğer çöplerde görmediğimiz bir durum. Gazete okunurluğu sıralamasında Zaman hala açık ara önde. Fakat; ilk karşılaştığım manzaralardan biri de Sabah, Hürriyet ve Akşam gazetesi atıkları. Az sayıda da olsa ilk kez İslami kesimlerin tercih ettiği gazeteler dışında gazeteleri bu bölgede görüyorum. Yemek kültüründe de bir değişim var. Köpük tabakta satılan tavuk yerine kasaptan yapılan alışverişler, kırmızı et tüketiminin artışı, çöpten ekmek çıkması, lokanta poşetlerinin yoğunlaşması, baklava paketlerinin pahalı pastanelerin olması en belirgin farklar. Sigara markalarından Marllboro, kendine diğer ucuz sigaraların yanında yer bulabiliyor. (bunu da ilginç buluyorum Marllboro markasının da Coca-Cola gibi bir sembolik anlamı var)
Diğer bölgelerin çöpünde sıkça karşımıza çıkan; ama bu bölgede bulunmayan bir şey de var. Bebek bezi. Dolayısıyla süt kutuları da eski yaygınlıkta değil. Meyve suyu içiminde de bir azalma var. Meyve suyu daha çok çocukların tükettiği bir içecek olsa gerek. Bu bölgenin çöplerinde cadde boyunca tek bir poşette bebek bezi ile karşılaştım. Yeri gelmişken ilk iki bölgeyi incelerken yazmayı unuttuğum birşeyi burada belirtmek istiyorum. İki bölgede de bebek bezi, süt ve meyve suyu ambalajı atıklarına sıkça rastlarken hiç bebek maması ürünü göremedim. Yazımın içerisinde iki defa hatırlattığım gibi Darüşşafaka bölgesini yukarıda anlattığım iki bölge ile kıyaslıyorum. Bu kıyaslama üzerinden Darüşşafaka Caddesi’nde devasa bir tüketim varmış gibi bir algıya yol açmasın. Aynı gelir düzeyinde yaşayan başka bölgelerdeki insanların çöplerine göre bir hayli yoksul bile sayılabilir.
Araştırma ve gözlemlerim burada bitiyor. Gözlemlerimde ve tespitlerimde hatalar ve subjektif kaymalar olabilir. Mümkün olduğunca verileri ortaya koymaya, değerlendirmeyi okuyucuya bırakmaya çalıştım. Yine de hatalarım olduysa düzeltmeye ve eleştiri vermeye açığım. Yazı bitmek üzere ancak söylenecek yazılacak çok şeyin eksik kaldığını da biliyorum. Edindiğim verileri ve gözlemleri sağaltmak ve derinleştirebilmek istiyorum. Sanırım bir sonraki yazımın içeriği de bu olacak.
Son olarak işimiz bittikten sonra Sean ile yürürken niçin eldiven kullanmadığımı sordu. Bu sorunun cevabını hiç düşünmemiştim. Aklıma çok uzun yıllar önce inşaat dış cephesini boyama işinde çalışırken yaşadığım bir anı geldi. Ankara Urankent Sitesi’nin dış cephesini boyuyorduk. 15-16 katlı bir binaydı. Demirden kurulan iskele arasına atılan ince bir tahta üzerinde yürüyerek çalışıyorduk. Bir süre sonra unutuyor insan nerede çalıştığını. 50 metre yukarıda değil, yolda yürüdüğünü sanıyorsun. Yine bir gün iskelede çalışırken bir helikopterin sesini duydum; ama ses çok güçlü ve yakından geliyordu. Kafamı kaldırdığımda helikopteri gördüm çok yakındı rengini, penceresini görebiliyordum. Sonra aşağıya baktım dizlerimin bağı çözüldü. Nerede olduğumu ilk kez fark etmiştim. Kımıldayamıyordum bile. Tam karşımda binanın penceresi vardı ve adımımı atıp o pencereden içeriye giremeyecek kadar korkmuştum. Bir süre öylece kaldıktan sonra adımımı attım ve içeri girdim. Aynı gün işi bıraktım hala yüksek bir yerden aşağıya bakamam. Yükseklik korkum o günden kalmadır. Galiba çöpte eldiven kullanmak anlattığım olaydaki helikoptere benziyor. Ne yaptığımı hatırlamak istemiyorum. Hatırlarsam bir daha da yapamam zaten.
Ali Mendillioğlu
Mayıs 2006