Don Kişot’un Yazarı Cervantes’in İlginç Hayatı

Çingene Kızı / Miguel De Cervantes

Uzun zamandır kütüphanemde duran bu kitabı okumak şimdiye kısmetmiş. Kitap özetine geçmeden önce biraz şu Cervantes’ten bahsetmezsem olmaz. Hani şu Çorlulu Ali Paşa Medresesinde oyunlarımıza bile konu olan Cervantes. Hani şu tüm dünyanın en çok okunanları arasında yer alan Don Kişot adlı eserinde yel değirmenlerine saldıran bir meczup ve onun aptal seyisi ile ilkokulda bile adını duyduğumuz Cervantes.

Katolik bir hristiyan olan ve Cizvit okullarında yetişen ama dolandırıcılık üzerine uzman bir kişiden bahsettiğimizi söylesek doğru olacak sanırım. İlginç bir hayatı var bu Cervantesin. En ilginci de ne biliyor musunuz? Bu Cervantes haçlı ordusuyla gelmiş İnebahtı’da Osmanlıya karşı savaşmış, sonrasında bi deniz yolculuğunda esir olup bir caminin inşasında çalışıp sonrasında kölelikten affedilince ülkesine dönüp Don Kişotu yazmış. Tabii yine ömrü dolandırıcılıkla hapislerle sona ermiş.

Cervantes yirmi bir yaşındayken bir hatun meselesi yüzünden rakibiyle düello yapmış ve rakibini ağır yaralamış. Ama unuttuğu şey o bölgede düellonun yasak olmasıymış. Cervantes’de sağ elinin kesilmesinden kaçarak italya’da soluğu almış, ya da İtalya’ya sürgüne gönderilmiş. Her iki durumda da burası hayatında yeni bir sayfa açmış. Cervantes bu durur mu yerinde kalmış Osmanlıya karşı düzenlenen haçlı Seferlerinde asker olmaya karar vermiş ve orduya yazılmış.

Önce Kıbrıs’ı geri almak için yapılan deniz savaşında bulunmuş ve mağlubiyeti tatmış. Bir yıl sonra yeniden donanmayla beraber meşhur İnebahtı savaşında yer almış. Her ne kadar haçlılar bu savaşta galibiyet yüzü görmüş olsa da Osmanlı donanması Uluç Ali Paşa komutasında savaşın sağ kanadında galibiyet almış. Cervantes efendi de burada göğsünden ve sol kolundan yaralanmış ve bu savaşta sol eli iş görmez hale gelmiş. Birkaç yıl sonra da Fransa karasularında Deli Mehmet Reis adlı Türk denizcisine esir düşmüş ve Cezayir’de kölelik hayatı başlamış.

Cervantes efendi Cezayir’de köle olarak birçok işte çalıştırılmış, oradan oraya savrulmuş. Ama Cervantes bu uslu durumu, birçok kez kaçma teşebbüsünde bulunmuş. Ama bir türlü başaramamış tabii ki. Ardından köle olarak satıla satıla önce Cezayirli Hasan Paşanın kölesi olmuş ardından da yolu İstanbul’a düşünce burada bir köle olarak Kılıç Ali Paşa Camii’nin yapımında çalışmaya başlamış. Peki camiinin mimarı kim? Hepimizin tanıdığı Mimar Sinan. Vakıflar Müdürlüğünün arşivinde bulunan Mimar Sinan’ın emrinde cami inşaatında çalışanların isimlerinin yazılı olduğu defterde Cervantes’in ismide bulunuyormuş. Peki caminin ismi birkaç satır önce yazdığım bir ismi getirdi mi aklınıza. İnebahtı’nın tek yenilmeyen komutanı Uluç Ali Paşa yani savaş sonrası Kaptan-ı Deryalığa getirilip Kılıç Ali Paşa unvanını alan Uluç Ali paşa.

Düşünsenize ne nasipsiz bir Cizvit papazı bu Cervantes efendi. Bazı rivayetlerde köle olarak çalıştığı caminin yapımı tamamlanıp Kılıç Ali Paşa ortaya çıkan sonuçtan son derece memnun bir halde caminin yapımında çalışan tüm köleleri azat edince, İspanya’ya dönmeye karar vermiş. Bazı rivayetlerde de yüklüce bir fidye karşılığı serbest kaldığı dile getiriliyor.

Cervantes efendi ülkesine dönünce iş bulmak için uğraşıp dursun hep başarısız olmuş. Güney Amerika kolonilerine bile gitmiş iş bulmak için ama nafile. Ardından 1583’te Madrid’e dönmüş ve bundan sonraki hayatında en iyi yapacağı işe yani yazmaya başlamış.

Cervantes bu rahat durur mu? Yazmayla para kazanmak yetmeyince kendisine para kazandıracak bir iş aramış ve donanmada levazımla ilgili bir işe başlamış. Ama dolandırıcılık serde varya görevi sırasında yaptığı bazı dolandırıcılıklar nedeniyle suçlu bulunarak yine hapis cezası almış. Hapisten çıktıktan sonra vergi toplayıcısı olarak işe başlamış, ama bilinmeyen bir nedenle bu devlet memurluğundan da kovulmuş. Muhtemelen burada da rahat durmamıştır. Hani Don Kişot demiştik ya işte o kitabını yazmaya hapiste karar verdiğini düşünülmekteymiş.

Haa bu arada Cervantes birçok eserinde esaret hayatından bahsediyor ve bu kitaplarında doğal olarak Türklerden de sıkça bahsediyor. Tabii bu eserlerde Türklerden iyi bahsettiği söylenemez. Türklerin elinde esaret hayatı yaşamış ve farklı bir dine mensup olması nedeniyle iyi olarak bahsetmesi de mümkün değil zaten. Ayrıca İspanya’nın en büyük düşmanı hakkında iyi şeyler yazması ya da olumlu yönlerine dikkati çekmesi de mümkün değildi tabii ki. Düşünsenize öyle olsaydı kitaplarını yayınlatabilir miydi?

Şimdi geleyim kitaba yani Cervantes’in Çingene Kızı’na. Aslında Çingene Kızı, Cervantes efendinin orijinal adı “Novelas Ejemplares” olan “Örnek Alınacak Hikâyeler” isimli her biri kısa bir roman uzunluğunda olan öykülerinden biriymiş. Yani “Örnek Alınacak Hikâyeler” den biri alınıp kitap olarak basılmış. Örnek Alınacak Hikâyeler’in dünya edebiyatındaki ilk kısa roman özelliği taşıyan öykülerden oluşan bir kitap olduğunun da altını çizeyim.
Çingene Kızı’nı özetleyecek olursam roman kahramanı Çingene Kızı Preciosa’yı görüp ona deli gibi âşık olan zengin bir asilzade olan Andres’in aşkını ispat etmek için, tüm yaşantısını ve zengin bir hayat sürdüğü evini bırakıp Çingenelerin kervanına katılmasını ve yaşadıklarını anlatmış bu kitapta Cervantes. Tabii ki Çingene olmaya karar veren asilzade azimli davranışlarıyla her şeyin üstesinden gelerek, yaşadıklarının sonunda Preciosa’ya kavuşuyor. Aynı zamanda bizlere Çingenelerin dünyasında bir kapı aralıyor ve Çingene demenin, Çingene olmanın ne anlama geldiğini de anlatıyor.

Romanın daha ilk sayfalarında “Ne övmenin ne de yermenin kesin ve belirli bir sınırı vardır” diyen Cervantes Çingeneleri ne övüyor ne de yeriyor aslında. 71. Sayfa’da Çingeneler kendilerini şöyle tarif ettiriyor “ Bizim için havanın sertlikleri meltemdir; kar serinletici, yağmur banyo, gök gürültüsü müzik, şimşek de meşale yerini tutar. Bizim için sert topraklar yumuşak tüyden yapılmış yataklar gibidir; vücutlarımızın katılaşmış derisi bizi koruyan hiçbir şeyin kolay kolay işlemediği bir zırh gibidir. Çevikliğimize parmaklıklar mani olamaz, dereler engel sayılmaz, duvarlar karşı koyamaz.” Bir başka satırda da “Bizler tarlaların, ekinlerin, ormanların, dağların, kaynakların ve ırmakların efendileriyiz. Dağlar bize yakacak odun, ağaçlar yemiş, bağlar üzüm, bahçeler sebze, kaynaklar su, ırmaklar balık, girilmesi yasak olan yerler av hayvanı, kayalar gölgelik, kuytular serinlik, mağaralar ise yuva sağlar”

Cervantes 76. Sayfada da Çingenelerin kıskançlığından söz etmeden geçemiyor; “ Çingene kadınlar da Preciosa’ya aynı şeyi yaptılar. Fakat bu, Cristina ile hazır bulunan Çingene kızlarının kıskançlığını çekmeden olmadı. Çünkü kıskançlık denilen şey prens saraylarında olduğu kadar barbarların çadırlarında ve çobanların samandan kulübelerinde de oturur.” Ayrıca 94. sayfada da “ Cehennemi kıskançlık hastalığı o kadar naziktir ki sanki güneşin zerrelerine yapışıp kalır ve sevgiliye dokunan her şeyden âşık adına üzülür ve umutsuzluğa düşer.” sözlerini ekliyor.

Tabii uyarılarda bulunmadan da edemiyor; “Taze âşıkların tutkuları, insanın iradesini zorlayan delice hazlar gibidir. İrade, uzak durulması gereken yasakları çiğneyip kendini kaybetmiş bir şekilde arzuladığı şeyin peşinden koşar. Gözleriyle cennete ulaştığını zannederken kendini kederin cehenneminde bulur. Arzu ettiği şeyi elde ettiğindeyse ona kavuşmanın verdiği rahatlıkla hevesi azalmaya başlar”. Eee başrolde çingeneye âşık zengin asilzade varsa zengin fakir kavramına da değinden geçmek olmaz. Bakın ne diyor Cervantes efendi “ Zenginlik, ona sahip olmaya alışık olmayan veya onu kullanmasını bilmeyen kimselere yoksul bir insanın yoksulluğu hissettiği kadar ağır bir yüktür. Altının varlığı dert, eksikliğiyse kaygı getirir; fakat eksikliğinin getirdiği dertlere az bir mal varlığıyla deva bulunur; oysa zenginliğin getirdiği kaygılar, servet artıkça çoğalır”

Kısacası Cervantes efendi “Çingene Kızı” adını taşıyan öyküsünde bizlere Çingenelerin hayatını anlatıyor.

Bu arada son olarak şu Don Kişot eseri hakkında da kısa bir bilgi vereyim. Cervantes efendi bu Don Kişot’u 1606 yılında Madrid’de yayıncı Juan de La Cuaste’ye bastırabilmiş. Ama ardından geçen 10 yıl boyunca kimse ikinci baskını yapmamış. 1616’da yayıncı Francisco de Robles eseri keşfetmiş ve tekrar baskısını yapmış. Ardından kitap tüm dünyada patlayınca Cervantes efendiye 70.000 ducado maaş bağlanmış. Tam bir servet. Ama talihsiz Cervantes efendinin bu maaşı yemeye ömrü yetmemiş. Ne bahtsızlık değil mi?

Tevfik YAZICILAR
30 Temmuz 2018

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.