Zaferi Mümince Kutlamak
Allah Rasulü muzaffer ordunun başkomutanı olarak Mekke’ye giriyor. Etrafında kurmayları. O Mekke ki, başına 8 yıl önce ödül koymuş, kanına ekmek doğramaya yemin etmişti. O Mekke ki, imana zindan küfre saray olmuştu. O Mekke seçkinleri ki, müminlere dünyayı dar etmişler, alaydan iftiraya, boykottan işkenceye kadar yapmadıkları kötülüğü bırakmamışlardı.
Şimdi devran dönmüştü. Büyük fethin gerçekleştiği gündü. Dünün refah içinde şımarmış seçkinleri, bugün rezil ve rüsva olmuşlardı. Kimi yaptığı zulmün ezikliği altında mahvoluyor, kimi kendisini korumayan putuna küfrediyor, kimi yaptığı kötülüğün utancını yaşıyor, kimi de kiniyle kahroluyordu.
Mekke’nin fethi, tarihin gördüğü en muhteşem zaferlerden, en kansız inkılâblardan, en erdemli galibiyetlerden biriydi. Güçler dengesi göz önüne alındığında, büyük fetihlerin başında sayılmalıydı.
Bu muhteşem zaferin sebepler âlemindeki bir numaralı kahramanı olan Hz. Peygamber’in Mekke’ye girerken: Gözlerinde yaş, devesinin hörgücüne değecek kadar eğilmiş bir baş, kıpır kıpır dudaklar…
Taşkınlığın, saldırganlığın, hava atmanın, caka satmanın zerresi yok.
Sizce kıpır kıpır dudaklardan hangi kelimeler dökülüyordu?
Tahmin edebiliriz: Estağfirullah el-‘azîm!.. (Yücelikte eşsiz olan Allah’tan bağışlanma dilerim!)
Tahminimizin kaynağı nedir? Bu sefer sırasında indirildiğine dair rivayetler bulunan Nasr suresi. İşte o sure: “Allah’ın (takdir ettiği) zafer ve fetih geldiğinde, Ve insanların kitle halinde Allah’ın dinine girdiğini gördüğünde: Hamdini tahsis ettiğin Rabbin adına hareket et! Ve O’ndan af ve mağfiret dile! Çünkü O’dur tevbeleri çokça kabul eden.”
Nasr suresi, “Bir zafer mümince nasıl kutlanır?” sualinin cevabıdır.
Bu cevabın en dikkat çekici iki anahtarı var: Birincisi “hamd ile tesbih”, ikincisi “istiğfar”. Hamd zafere teşekkür, tesbih zaferi kendinden değil Allah’tan bilerek “Allah adına/Allah adıyla hareket etmek”tir. Yani, Allah yokmuş gibi düşünmemek, Allah’tan bağımsız kariyer planı yapmamak, Allah’tan bağımsız bir zaferi tasavvur etmemektir.
İstiğfar bu cevabın en çarpıcı unsurudur: Hem her şeyini koyup zafer kazanacaksın, hem de mağfiret dilenecek ve tevbe edeceksin.
Estağfirullah’ı “pardon” zannedenler bunu nasıl kavrasın? İşte bu Müslüman bilincini diğerlerinden ayıran farktır. Müslüman, eşya ve olayları Allah’tan bağımsız anlamlandırmayandır.
İnsanlığın ufku olan peygamberlerin “bittim” noktasına kadar sınanmalarının sebebi de budur: “Ben attım, ben vurdum” dedirtmemek. Bunu diyen gerçekten biter. Bazen atarsınız, attığınız yerden gelmez, boşa gitti sanırsınız. Bazen atmadığınız yerden gelir, beleş geldi sanırsınız. İkisi de yanlış. Ne attığınız boşa gitti, ne gelen beleş geldi. Allah’ın muradı size “Ben attım, ben vurdum” dedirtmemekti. İşte “Atağın zaman sen atmadın, fakat asıl atan Allah’tı” ayetinin sırrı buydu.
Zafer sarhoşluğu, sarhoşların zaferidir. Yasak olan, sadece aklı alkolle örtmek değildir. Zaferin akleden kalbi örtmesine izin vermek de yasaktır.
Nasr suresinde geçen istiğfar ve tevbe, bir diğer ifadeyle “bilinç yenileme”, en öz anlamıyla “özeleştiri”dir. İlaveten zafer sarhoşluğuna kapılmamaktır. Rabbimiz Nebisine “İstiğfar et” diye emrediyor, Nebi de
bu emri tüm hücrelerinde yaşıyordu.
Hz. Peygamber, zaferin kanla pekişeceğini sananlara engel oldu. Şiddet gösterilerine izin vermedi. Kâbe’nin anahtarı hâla eski sahibindeydi. Başta amcası Abbas, onun kendilerine verileceğini umuyorlardı. Kâbe’yi
açtıktan sonra şaşkın bakışlar altında anahtarı bu konuda ehliyet ve liyakatini isbat etmiş olan eski sahibine verdi. Nebi düşmanlarını şaşırtmaya devam etti. Kâbe’nin avlusunda kendileri hakkında verilecek kararı korku ve endişe içinde bekleyen Mekkelilere şöyle dedi: “Size Yusuf’un kardeşlerine dediğini diyorum: Bugün size kınama yok! Haydi, gidin! Siz salıverilenlerdensiniz!”
Onun yolundan gidenler de aynısını yaptı. Görgü tanığı, 5. raşid halife Ömer b. Abdülaziz’in hilafete geldiği günü şöyle anlatır: “Ömer’i günün ilk vaktinde vali olarak namazda gördüm. Aynı günün son vaktinde artık o halifeydi ve ben Ömer’i tanıyamadım. Adeta beli iki büklüm olmuş, iki vakit arasında ihtiyarlamıştı.”
Aksi bir olay müşahede etmedim. Ama yine de, seçimden büyük bir zaferle çıkan iktidar kadrolarına bu ölümsüz hakikatleri hatırlatayım dedim.
Allah utandırmasın.
Yazı 27 Temmuz 2007 de Sami Hocaoğlu tarafından Yeni Şafak gazetesi için yazılmıştır.