“Ben olmazsam bu işler yürümez”
Mısır’da İhvan’ın seçimi kazanınca hemen Genelkurmay Başkanlığına getirdiği Sisi, bir darbeyle İhvan’ın seçilen Cumhurbaşkanını hapse atar. Suud’da Kur’an kıraatinde en öne çıkmış, yıllarca Kâbe’nin imamlığını yaparak hac ve umre için gelen her devletten insanın gönlünü kazanmış, gözünü yaşartmış olan Sudeysi, çıkmış Amerika’nın yanında olduklarından Allah’a hamd ediyor.
Ezher Şeyhi, Mısır Müftüsü, İslam’ı iktidar yapmak için seçimi kazananların şimdi idamına karar veriyor. Afganistan’da Rus askerlerine karşı savaşan mücahitlerimiz, şimdilerde Amerikan ordusunu Afganistan’da korumaya çalışıyorlar.
Türkiye’ye gelmeyeyim. Dışardan dolanayım, bu güne kadar kimseyi rahatsız etmemeye dikkat ettiğim gibi yine aynısını yapayım.
Yazılarımda hep şunu söylemişimdir: “Bizi en başta çökerten bizim benliğimizdir, batı diliyle egomuzdur. “Ben olmazsam bu işler yürümez”
Söylenmeyen bu sözümüzü içinden geçiren herkes bu dünyanın bu güne kadar biz olmadan da geldiğini, bizden sonra da devam edeceğini bildiği halde, kendini kandırmak için bilmezden gelir ve o servete, şöhrete, saltanata, şehvete zarar gelmemesi için kendisine teklif edilen her aşağılık işlerin içinden bile kendini kandıracak yollar bulup “ilerde hizmet ederim” diyerek alçaklığının üzerinde koltuğunu ayakta tutmaya devam ediyor.
Her sahada, her döneme göre hareket eden, her kesimden insanlar gözümün önünden geçip gidiyor. En ufak bir ima ile bile üzülmelerini istemediğim bu insanlarımızdan bahsetmemek için izlediğim bir yabancı filmde, hukuk fakültesini birincilikle bitiren bir öğrenciyi, mafya avukat olarak tutmak ister. Çok para teklif ederler ama avukatın doğuştan getirdiği İslam fıtratı henüz bozulmasını tamamlamadığından kabul etmez.
Eh öyle başarılı bir insan dünyanın hiçbir yerinde işsiz kalmaz. Çok büyük hizmetleri olan bir hayır kuruluşu kimsesizler için açtığı huzur evinin avukatlığını teklif edince hem parası iyi hem de yalnızlara yardım etmek için kabul eder.
Bir sene sonra huzur evi için yaptığı avukatlıklarla kuruma çok fazla para kazandırdığından prim vermeye başlarlar.
O da her sene primi artırmak için çok çalışır, hem kendisi hem kurum kazanır. Aradan beş yıl geçer. İdealist avukatımız, kazandığı parayı yatırıma yöneltir. Evi, arabayı değiştirir, sınıf değiştirir.
Kurumu babasının mülkü zanneder ve devamlı geleceğini hesap ederek çok büyük borçların altına girer. Ve bir gün kapının önüne bırakıverirler.
Evin, arabanın, yatın taksitlerini değil, evin günlük harcamalarını karşılayamaz halde iken mafya, teklifini tekrarlar. Avukat kabul etmeyecek ama aldığı malları satsa borcu ödeyemeyecek. Hanımı, eski hayata ikna edemeyecek.
İşte böyle bir zamanda mafyanın teklifini kabul eder. Sonra öğrenir ki o “Huzur Evi” de mafyanın emeklilerinden yaşlananlar, sakatlananlar, karısı dul kalanlar, yetim kalmış mafya üyesi çocuklar ve çevreden de getirilen yalnızlar.
“Filmin adı neydi” diye sormayın.
Bu bizim filmimiz, sizin filminiz ve hepimizin filmidir.
Buna rağmen dünyada yükselen değer İslam’dır.
Buna rağmen o servet, şöhret, saltanat ve şehvet perdelerinin arkasında dururken kimlerin ne yaptığını, nerden nereye koştuklarını gören ve onlara engel olacak gizli hizmetler yapan insanlarımızla, hak etmediği makama gelmeyen, hak etmediği para teklif edildiğinde almayan, hak etmediği Allah yolunda yalnız yürüme pahasına yoluna devam eden Ebu Zerr’lerimiz var çok şükür.
Onların da ismini vermiyorum. İfsat ekibinin onların üzerine gidip âleme rezil etmelerinden korkarım.
Örnekleri var. Birbirimizle boğuşma yerine bizi bu hale getirenlerin ıslahı için uğraşalım da çocuklarımızı kurtaralım. İki kirli el, ele sabunu alınca, suyun altına da girince birbirini temizlerler. Çekiçle iki kirli el, birbirini ezerler ama temizleyemezler. “Ben temizim, ben bozulmam” demişsen, geçmiş olsun, Allah şifalar versin.
Mahmut Topbaş –14 Aralık 2017