Yüzyılın anlaşması ya da yüzyılın işgali
“Yüzyılın Anlaşması”, ABD ve İsrail’in Filistin’i buharlaştırma projesinin ayrıntıları iyice ortaya çıkmaya başladı. Filistin’in büyük kısmı İsrail’e verilirken, yeni “devletçiğin” finansmanı da neredeyse tamamen Körfez ülkelerine yıkılıyor.
Anlaşma maddelerinin geneline bakıldığında, kamuoyunun ve İslam dünyasının tepkisini ölçmek için daha önce sızdırılan bazı maddelerin ufak tefek değişikliklere uğradığı anlaşılıyor.
Filistin’in büyük kısmının İsrail’e verildiği bu yeni metinde, Filistinlilere verilmesi öngörülen yeni “devletçiğin” finansmanı da neredeyse tamamen Körfez ülkelerine yıkılmış durumda.
İsrail ile FKÖ ve Hamas arasında akdedilmesi öngörülen anlaşmaya göre, Gazze şeridi ile Batı Şeria’da (Yahudi yerleşimleri tarafından işgal edilen topraklar dışında) bir Filistin devleti kurulmasına karar veriliyor. Bu karar ilk duyuşta kulağa hoş gelebilir, ama Batı Şeria’ya yayılmış Yahudi yerleşim birimlerinin sayısı ve kesafeti düşünüldüğünde, bunun bir illüzyondan ibaret olduğu kolayca anlaşılacaktır. 5 bin 655 kilometrekare yüzölçümüne sahip Batı Şeria’da, İsrail resmi rakamlarına göre tam 156 Yahudi yerleşim birimi bulunuyor. 400 binin üzerinde nüfusa sahip bu yerleşim birimlerinin, Filistin şehirlerini çevreleyerek, birbirinden neredeyse bağımsız adacıklar haline getirmesi ve bu yerleşim birimlerinin birbirleriyle bağlantılarını oluşturan yol şebekesi, Batı Şeria’da bir Filistin devletini fiilen anlamsız kılıyor. Zaten “bölgenin tahliyesi” adını taşıyan ikinci maddede hem bu yerleşim birimlerinin Filistinliler tarafından resmen tanınması hem de izole yerleşim birimlerine ulaşmak için diğerlerinin genişletilmesi isteniyor. Bu durumda, Batı Şeria’nın her köşesine mantar gibi yayılmış olan Yahudi yerleşim birimleri her halükarda bölgede monolitik/bütünlüklü bir Filistin idaresinin kurulmasını imkansızlaştırıyor.
Daha önce sızdırılan planlarda Kudüs’ün tamamının İsrail’in başkenti olduğu, Filistinlilere ise Kudüs’ün güneyinde Ebu Dis kasabasının başkent olarak verileceği ifade edilirken, muhtemelen gelen tepkiler nedeniyle, Kudüs’ün her iki devletin de başkenti olacağı, ama İsrail’e bağlı Kudüs belediyesinin şehrin tamamından sorumlu olacağı ve Kudüs’te yaşayan Filistinlilerin vergilerini İsrail belediyesine ödeyecekleri şeklinde bir şaşırtmaca yapılmış. Böylece Kudüs fiilen İsrail’in, ismen ise aynı zamanda Yeni Filistin’in başkenti olacak. Zaten resmi rakamlara göre halihazırda 850 bini aşan Kudüs nüfusunun yüzde 64’ü Yahudi, yüzde 34’ü Müslüman ve yüzde 2’si Hıristiyan. Yani demografi çoktan değişmiş durumda.
Kudüs’teki temayül de (her zaman olduğu gibi) “önce nüfus, sonra yer adları ve ardından hudutlar değişir” şeklindeki sosyolojik kurallara uyuyor. Belki buradaki tek olumlu madde Yahudilerin ve Arapların Kudüs’te birbirlerinden ev almalarının yasaklanması gibi görünse de zaten Kudüs’te çoğunluğu ele geçirmiş Yahudi nüfusu hesaba katarsak bunun da “ba’de harabi’l-Basra” (Basra harap olduktan sonra) deyimine çok uygun olduğu anlaşılır. Kudüs’teki kutsal alanların bugünkü statüsünün devam edecek olması, İsrail’in Mescid-i Aksa işgallerini, yerleşimciler ile İsrail güvenlik güçlerinin taşkınlıklarını ve bilimsel görünümlü siyasi arkeolojik kazıları engelleyebilecek mi, o da şüpheli.
Gazze Şeridi ile alakalı maddeler ise daha önce sızdırılan planlarla mutabık. Mısır’ın Sina yarımadasında Gazze Şeridi’ne bağlı havalimanı, fabrikalar, ticari ve zirai alanlar inşa edilerek Filistin devletine kiralanacak. İsrail ve ABD, “Yahudi tüccar” mantığıyla işgal ettiği alanların yerine araziyi Mısır’dan bunun kirasını da Körfez ülkelerinden almayı planlıyor. Gazzelilere Sina gibi pek de verimli olmayan Mısır arazisinden toprak verilirken Batı Şeria’da, Ortadoğu’nun en verimli arazilerinden biri olan, Taberiye gölü ile Ölü Deniz arasında Ürdün Nehri tarafından sulanan, 105 kilometre uzunluğunda ve 10 kilometre genişliğindeki, aynı anda sahip olduğu yüksek sıcaklık ve nem sayesinde doğal bir sera oluşturan ve yıl boyu ürün alınabilen dünyanın en derin vadisi el-Ğor’u kendisine bırakıyor.
Yüzyılın anlaşmasının mali yükümlülükleri ise büyük oranda Körfez ülkelerine yıkılmış durumda. Sızan maddelere göre, kurulacak yeni Filistin devleti için beş yıllık bir süre içinde 30 milyar dolarlık bir fon oluşturulacak. ABD bu fonun yüzde 20’sini, AB yüzde 10’unu ve Körfez Arap ülkeleri yüzde 70’ini sağlayacak. Filistin’i işgal eden İsrail ise hiçbir şey ödemeyecek. Böylece ABD 6 milyar dolar gibi çok küçük bir bedel ödeyerek, İsrail ise hiçbir ödeme yapmadan, Filistin ve diğer taraflar açısından işgali resmileştirmiş olacaklar.
Tabii Filistin’in (nasıl bir devlet olacaksa) hafif silahlı polis gücü dışında ordusu olmayacak, Yeni Filistin’i İsrail koruyacak ve bunun karşılığında Filistin İsrail’e ödeme yapacak. Ciğeri kediye teslim etmek, üstüne de para vermek bu olsa gerek.
Bütün bunların karşılığında Hamas silah bırakacak, Gazze ablukası kaldırılacak, Filistin’de demokratik seçimler yapılacak ve İsrail hapishanelerindeki Filistinli tutuklular peyderpey serbest bırakılacak. Şayet Filistinliler bu anlaşmayı reddederlerse, ABD Filistin’e sağladığı bütün desteği keseceği gibi, diğer devletlerin yardım etmesini engelleyecek.
ABD, Mısır ve Körfez Arap ülkelerinin desteğini de almış görünen İsrail, oldukça zayıf konumda bulunan Filistinlilere muhtemelen bu veya buna benzer maddeleri Haziran içinde dayatacak. Şayet Filistinliler bu kabul edilmesi mümkün görünmeyen anlaşmayı kabul etmezlerse, o zaman oyun bozan taraf olarak bütün yardımlar kesilecek. Tam bir köşeye sıkıştırma hali. Yazımızı her zaman olduğu gibi bir son sözle bitirelim: Yavuz hırsız ev sahibini bastırır.
[Prof. Dr. Cengiz Tomar Ahmet Yesevi Uluslararası Türk-Kazak Üniversitesi Rektör Vekili olarak görev yapmaktadır]
Prof. Dr. Cengiz Tomar | A.A |09.05.2019