İNTİHAR ORMANI
İnsanın yaşamı boyunca yaşadığı acılarla baş edebilmesinin yolu unutabilmesidir. Kayıpları, çaresiz anları, yoksunlukları unutamasa nasıl yola devam edebilir insan? Öyleyse unutmak bir lütuf mudur bizler için? Peki, bizleri yaşama bağlayan her şeyi, sevdiklerimizi hatta sevme hissini unutmak söz konusuysa bunu da lütuf olarak görebilir miyiz?
İntihar Ormanı; “Unutmak mı daha zor yoksa unutulmak mı?” sorusu ekseninde kurgulanmış, sonu daha ilk sayfada yazılmış bir hikâye. Adıyla müsemma olmayan ve hayattaki tek başarısını direnişçi bir babanın oğlu, İz gibi bir kadının da sevgilisi olmakta gören 34 yaşındaki Umut ile Umut’un bütün eksiklerini tek başına tamamlayan İz’in hikâyesi…
Başıma gelirse dünyam yıkılır dediği şey başına geldiğinde bir insanın neler yapabileceğinin, sınırlarını ne kadar zorlayabileceğinin, hayatla ölüm arasında bir karar vermek zorunda kalırsa hangisini seçeceğinin hikâyesi.
Unutanla unutulanın hikâyesi.
Ezgi Durmuş’un yazdığı İntihar Ormanı Destek Yayınları’ndan çıktı.
Arka Kapak Yazısı:
“ŞİMDİ ANİDEN ÖLSEM OTOPSİ RAPORUMDA BİNLERCE CÜMLE ÇIKAR, SÖYLEMEYİP İÇİME ATTIĞIM. SUSMAK DA BİR ÇEŞİT İNTİHARMIŞ MEĞER.”
Düşüncesine dahi katlanamayıp başına gelirse öleceğini sandığı her şeye alışıyor insan. Dayanamam dediğin ne varsa ayağına yarım numara küçük bir ayakkabıyla uzun mesafe yürümek kadar canını acıtıyor en fazla. Ölümün en onursuz şekli belki de acıya alışmak. Acıya direnmekten bahsetmiyorum. Direnmek, acının varlığını kabullenmeyi gerektirir. Oysa alıştığın şeyin varlığını da kanıksarsın. Mücadele yoktur direnmekteki gibi. Boyun eğersin.
Hatta bir zaman gelir, varlığını umursamazsın bile. Ben bu acıya alışmak yerine kıvranarak ölmeyi dilerdim.