FETİH ŞÖLENİ İZLENİMLERİM (Lütfü Bergen)
Geçen hafta (AGD) Anadolu Gençlik Derneği’nden gelen bir davet üzerine 28 Mayıs Cumartesi akşamı Kocaeli İsmet Paşa Stadyumu’nda gerçekleştirilen “İstanbul’un Fethi ve Gençlik Şöleni”ne katıldım. Bu toplantıya Türkiye’nin değişik şehir ve kasabalarından dava insanlarının kilometrelerce yol kat ederek eşleri ve çocukları ile teveccüh ettiğini gördüm. Bu teveccüh bende, bu insanların meseleye “dava” nazarıyla baktığı izlenimi verdi. Stadyumun yarısının kadınlar tarafından doldurulduğunu da düşünürsek Milli Görüş-AGD kitlesinin bir “erkek” kimliği taşımadığı da ifade edilmelidir. Stadyumda çocuk sayısı da oldukça büyük bir yekûn tuttuğundan Milli Görüş’ün çekirdek tabanının bir “aile hareketi” sayılması gerekir. Saadet Partisi’nin son seçimlerde aldığı oyun (1 Kasım 2015: % 0,7) bir önceki seçime göre (6 Haziran 2015: % 2,1) düştüğü ve 320 bin 149 oya kadar gerilediği düşünülürse Fetih Şöleni’nde karşımıza çıkan bu kitleye “dava insanları” demekten başka bir tanımlama yapılamaz. Bu toplantıdaki diriliği ve coşkuyu ayakta tutan kadroları tebrik etmek gerekir.
Helal olsun.
Bu tebrikten sonra bazı değerlendirmelerim ve eleştirilerim olacak.
Uzun bir süreden beri Milli Görüş hareketini eleştiren birçok yazı yazmaktayım. Bilenler biliyor; 1996 yılında yayımlanan ilk kitabım “Azgelişmişlik Üstünlüktür” de Refah-Yol iktidarına yönelik eleştirel yazıları ihtiva etmekteydi.
Anadolu Gençlik Dergisi’nde de eleştiri kaygısını sabit tutarak bir dizi yazı yazmış ve daha da yazmaya niyetlenmişken Anadolu Gençlik Derneği-Parti ilişkilerinin gösterdiği fikrî direnç nedeniyle şahsi bir karar alarak dergiyle ilişkimi nihayete erdirmiştim. Dergide bana yer açan Mehmet Biten ve genç editörler yazılarıma gösterilen tepkilere göğüs gerdiler. Buna rağmen dergide yazı yazmayı keserek yazılarımı kendi bloğumda yayımlamayı tercih ettim. Zaman içinde Anadolu Gençlik Dergisi ekibi dağıldı. Böylece derginin genç ekibinin dergiye dair bilgi, birikim, hafıza ve nihayet ilişkiler ağı dağıtıldı. Bu bir kayıptır.
Dergiye dair bu izahı Milli Görüş hareketinde gördüğüm genel bir marazın izahına delil olması amacıyla zikrediyorum. Bu harekette belli bir anda belli bir görevde gayretkeş çalışmalar yapan kişilerin katkıları, çalışma alanına dair “katma değer” oluşturmuyor. Örneğin Mehmet Biten’in dergiye katkısı, dergide kalmamış gibi görünüyor. Dolayısıyla dergide genel yayın yönetmeni değişince dergi de değişmiş daha doğrusu “fabrika ayarlarına dönmüş oluyor.”
Stadyumda da gördüğüm şey budur. Ne demek istediğimi bir iki başlıkta örnekleyeyim:
Parti yöneticilerinin konuşmaları: Parti yöneticileri bir coşkuyu dile getirmekle beraber geçmişin sloganlarını tüketiyorlar. Yeni bir söylem ortaya koyamıyor ve sanki koymak da istemiyorlar. Stadyumda sıklıkla “Efsane Başbakan; Mücahit Erbakan, tekbir: Allah-u Ekber” şeklinde atılan slogan “dava insanları”nın bir beklenti içinde olduğunu gösteriyor. Fakat Erbakan Hoca vefat etmiştir. “Dava” şimdi yeni yönetimin omzundadır. Parti yöneticilerinin bir söz söylemesi gerekmektedir. Bu sözün terennümünü bekliyoruz, bekliyoruz, bekliyoruz. Fakat söz gelmiyor.
Ayasofya meselesi: Bazı sloganların ve politik taleplerin iktidar partisi tarafından değerlendirilmiş olabileceği Saadet Parti yetkililerince dikkatten kaçıyor diye düşünüyorum. Diyelim ki iktidar partisi, “Ayasofya Camiini ibadete açıyoruz” derse Milli Görüş’ün politika üretimi hangi sloganlarla olacaktır? Milli Görüş uzun bir süredir kendi ülke vizyonlarına dair slogan üretmekten ziyade iktidar partisinin her an politize edebileceği, siyaseten yapabileceği konularda slogan üretiyor.
Parti programında noksanlıklar: Saadet Partisi’nin söylemsiz kalmasının bir diğer nedeni de parti programının içeriğinin iktidar partisi tarafından tamamen iktibas edilmesi ve hatta bu programın geliştirilmesiyle politika üretmesidir. Saadet Partisi’nin programı 1970-2001 arası Milli Görüş hareketinin parti programlarına göre daha dar, kısıtlı, gelecek vaat etmeyen bir içerik taşıyor. Stadyumda “dava insanları”nın öne süreceği bir politik talep programdan çıkmıyor. Örneğin parti programı “HES-enerji yatırımlarını geliştirme” politikası içeriyor. Dolayısıyla anti-emperyalist, anti-kapitalist olduğunu söyleyen partinin sahadaki temsilcileri farklı meşrep-ideoloji-akımdan insanlarla karşılaştıklarında inandırıcılık gerçekleşmiyor. Partinin bu söylemsizliği sıklıkla Erbakan Hoca’nın adının öne çıkarılmasını gerektiriyor. Parti yöneticileri şunu görmelidir. Stadyuma yazar olarak çağrılan onlarca kişiye rağmen “gözlemci olarak bile” gelen yazar sayısı bir elin üç parmağı kadardır. Hz. Ömer’in “Kim Resulullah öldü derse boynunu vururum” sözüne karşı Hz. Ebubekir’in “Ey insanlar, kim Allah’a tapıyorsa elbet Allah bakidir” şeklinde müdahalesi artık ortaya konmalıdır. Bu davanın “dava” olarak kalması isteniyorsa dava kendi söylemini bulmalı, liderini inşa etmelidir.
Stadyumda karmaşa ve resmigeçit: Stadyumda parti yöneticilerinin bir araçla katılan kişileri selamlaması (resmigeçit) gereksiz bir harekettir. Yöneticilerin kürsüye gitmesi sırasında şeref tribününden kürsüye kadar olan mesafede iki sıra dizilen insanlarla oluşturulan “yol” da intizamsızlığı, disipline olmamışlığı gösteren bir karmaşadan başka anlama haiz değildi. Milli Görüş kitlesi, parti yöneticilerini “Erbakan Hoca’dan emanet ve yadigâr” olarak görmenin buhranı içinde geldi bana. Bu sevgi selinin parti yönetimini de kıpırdayamaz kıldığını düşünüyorum. Milli Görüş sevdalıları sevgileri ile parti yönetiminin karar alma süreçlerini ters yönde etkiliyor. Parti yöneticilerinin “Her nefis ölümü tadacaktır” hükmü uyarınca kendilerinden sonra bu hareketin ne olacağını Milli Görüş sevdalılarına sorması ve cevap alması gerekiyor. Milli Görüş kitlesi, zinde ve ciddi bir bağlanma psikolojisini ayakta tutmakla beraber önümüzdeki 30 yıl, 50 yıl ötesine ne aktarmaktadır. Parti mensubu ve bağlıları gerek Erbakan Hoca’yı hayatta iken görmek ve gerek ise mevcut parti yöneticilerini tanımakla kurdukları “aidiyeti” kendi çocuklarına ne kadar taşıyabilecektir?
Sosyal medya-Fetih konusu: Parti yöneticileri sıklıkla “Bir twit atın” diyerek sosyal medyayı da kullanmaya çalıştı. Sosyal medyanın önemli bir “iletişim” mecraı olduğu tartışmasızdır. Bu talebin “Saadet var!” demekten öte bir adıma geçmediği örneğin “İstanbul’un Fethi”ne dair güncelleme yapamadığı mutlaka tartışılmalıdır. İstanbul’un Fethi, zamanında Bizans’ın Anadolu’daki “angarya düzeni”ni bozan bir inancın yeryüzüne çıkış gerekçesidir. Bugünün “Fetih düşüncesi”nin de kentleşme-borçlanma getiren İstanbul’un esirlik-angarya getiren yapısına işaret etmesi gerekmiyor mu? Milli Görüş, “Biz de varız!” demenin ötesine geçmeli ve Türkiye’nin borçlu kitleleri için artık borçlanmayacakları bir düzenin gönle değen politik söylemlerini üretmelidir. Ancak bu şartla “sosyal medya-twit” bir değer üretebilir.
Arabesk: Milli Görüş sevdalılarının Şölen’e teveccühünü son derece önemli görmekle beraber stadyum çevresindeki görüntülerin, köftecilerin, stantların, işportacıların konumlanışları da sıkıntılıydı. Katılımcı kitlenin “alt kültür grubu” görüntüsü vermemesi için tedbirler alınması gerekir. Seçilen müzikten, yenilip içilecek kumanyalara kadar daha dikkatli bir kitle tavrı ortaya konulması gerekirdi.
Koordinasyonsuzluk-Görev tanımsızlığı: Kanaatimce Milli Görüş yönetiminin koordinasyon problemi de had safhadadır. Örneğin Muammer Bilgiç, AGD Basın Yayın Kom. Başkanı olarak görev yapıyor. Fakat kendisi eğitim programları nedeniyle neredeyse Ankara’da hiç bulunmuyor. Fetih Şöleni’ne de yanlış anlamadıysam üç gündür uyumadığı bir yoğunluktan sonra katılıyor. Basın Yayın Kom. Başkanı’nın “iç eğitim” yerine basında çıkan haberleri tarayarak söylem üreteceği bir organizasyonu yürütmesi gerekir. Muammer Bilgiç’in yanında stadyum sahasında yürürken görüşmelerinin muhatabını ve süresini belirleme iktidarını kaybettiğini gördüm. Zamanını yönetemeyen bir yöneticinin siyaset söylemi üretmesi beklenemez.
Benzeri şekilde Eğitim Kom. Başkanı Abdül Vahap Mete halen bu görevi yanında Anadolu Gençlik Dergisi’nin çıkarılmasıyla da meşgul olmaktadır. Milli Görüş dergi çıkarmanın uzun soluklu ve başlı başına bir iş olduğu meselesini kavramalı. Dergi çıkaran kadronun başka işlerle uğraşmaması gerekir.
Stadyumdaki izlenimlerimi merak eden AGD gençliği için bu metni kaleme aldım.
Bu metin blogda çok kalmayacak.
Tevfik Allah’tandır.
Lütfü Bergen
2 Haziran 2016