1948 Topraklarındaki İslâmi Hareket Hakkında
* Toprak hakkında: Siyonistler Filistin topraklarının bir bölümünü 1948’de bir bölümünü de 1967 Haziran’ında işgal ettiler. BM teşkilatı daha sonra 1948’de işgal edilen kısmı “İsrail” olarak kabul etti. İsrail işgal yönetimi de 1948’de işgal edilen topraklarla 1967’de işgal edilen topraklar arasına “yeşil hat” adını verdiği bir sınır koydu.
* İnsanların statüsü: 1948’de işgal edilen topraklarda yaşayan Filistinlilere işgal rejimi tarafından İsrail kimliği ve pasaportu verilmekte, bu itibarla onlar “İsrail vatandaşı” olarak gösterilmektedir. Dolayısıyla bu kesimdeki Filistinlilere İsrail seçimlerinde de seçme ve seçilme hakkı tanınmaktadır. 1967 topraklarında yaşayan Filistinlilere “özerk yönetim vesikası” adıyla bir kimlik ve pasaport verilmektedir.
* Kudüs’ün durumu: Kudüs’ün batı kesimi 1948’de doğu kesimi 1967’de işgal edildi. Ancak İsrail işgal rejimi BM’in bu şehirle ilgili kararlarını tanımayarak Doğu Kudüs’ü de güya ökendi toprakları (!)” olarak gösterdiği kesime ilhak etti. Böylece Kudüs’ün tamamı “yeşil hat” içine alınmış oldu. Doğu Kudüs normalde İsrail işgal rejimi tarafından “yeşil hat” içinde gösterildiği halde burada yaşayan Filistinlilere farklı muamele yapılmaktadır. Bundaki amaç Doğu Kudüs’teki Müslümanları göçe zorlamak ve Kudüs’ün tamamında “yahudileştirme” programını gerçekleştirmektir. Örneğin Doğu Kudüs’teki Filistinlilere “İsrail vatandaşı” muamelesi yapılmadığı halde, Filistin özerk yönetimi seçimlerinde sandık kurarak oy kullanmaları engellendi. Tıpkı yabancılara yapıldığı gibi bu şehirde yaşayan Filistinlilerin oylarını postayla göndermeleri istendi. Siyonist işgal rejiminin bunu yapmaktaki amacı: “Kudüs bizimdir, burada yaşayan Filistinliler ise, Köln’de yaşayan Türkler gibi yabancı muamelesine tabidirler” mesajı vermekti. Nitekim Rabin de Filistinlileri oylarını postayla göndermeye zorlamaktaki amaçlarının bu olduğunu açıktan söylemişti. Ancak Doğu Kudüs’teki Müslümanların yüzde 95’ten fazlası İsrail’in bu uygulamasını, sözde özerk yönetimin de böyle bir şeyi kabullenmesini protesto amacıyla son özerk yönetim seçimlerinden oy kullanmadılar. Bu yüzden Doğu Kudüs’te oy kullanma oranı % 5’i bile bulmadı.
* İslâmi Hareket: HAMAS ve İslâmi Cihad Hareketi, daha çok 1967’de işgal edilmiş topraklarda faaliyet göstermektedir. 1948’de işgal edilmiş topraklarda faal olan İslâmi oluşum ise “İslâmi Hareket” adıyla faaliyette bulunan oluşumdur. Aslında bu kesimde faaliyette bulunan “İslâmi Hareket” de HAMAS gibi Müslüman Kardeşler cemaatinin bir koludur ve bu hareketin temeli de İmam Hasan el-Bennâ’nın 1948’de cihad etmek üzere Filistin’e gönderdiği mücahitler ve davetçiler tarafından atılmıştır. Fakat “yeşil hat” içinde gösterilen topraklarla bu hattın dışında kalan topraklar arasındaki statü farklılığından dolayı böyle iki farklı isimle faaliyet yürütülmektedir. “Yeşil hat” içinde kalan kesimde faaliyette bulunan “İslâmi Hareket” daha çok eğitim, sosyal hizmet, yardım, hukuki hizmet vs. gibi legal faaliyetlere ağırlık verirken, HAMAS bütün bu faaliyetlerinin yanı sıra fiili eylemleri yani fiili cihadı da sürdürmektedir. “Yeşil hat” içinde kalan bölgede “İslâmi Hareket” dışında etkin bir İslâmi oluşum yoktur. Bunun dışında kalan İslâmi faaliyetler cemaat faaliyetleri değil genellikle küçük çaplı dernek faaliyetleri veya herhangi bir oluşuma bağlı görünmeyenler tarafından yürütülen kişisel faaliyetlerdir.
* İslâmi Hareket – HAMAS ilişkisi: Dediğimiz gibi bu iki hareketin her ikisi de aynı ana bünyenin; BM, ABD ve diğer sömürgeci güçlerce gerçekleştirilen oyunlar sonucunda farklı statüye sokulan iki ayrı bölgedeki parçalarıdır. Dolayısıyla birbirinden ayrı iki cemaat şeklinde algılanmaması gerekir. Bu durum ne yazık ki, son yüzyılda İslâm coğrafyasının parçalanarak küçük devletçiklere bölünmesinin doğurduğu durumdur. 1948’de işgal edilmiş topraklarda faaliyet yürüten “İslâmi Hareket”le, 1967’de işgal edilmiş topraklarda faaliyet yürüten HAMAS arasında sıkı bir bağlantı ve yardımlaşma olduğu ise bir gerçektir. Bu konuda İsrail iç istihbarat örgütü ŞABAK tarafından hazırlanan bir raporda yer alan bazı bilgilere işaret etmek istiyoruz: Söz konusu raporda İsrail açısından oldukça tehlikeli görülen bir gelişmeye dikkat çekilmiş ve bu gelişmenin “yeşil hat” içinde kalan Filistinlilerle bu hattın dışındaki Filistinliler arasında işbirliği olduğu dile getirilmişti. Raporda “yeşil hat” içinde kalan Filistinlilerin HAMAS gibi İsrail’in varlığına karşı hareketlerle işbirliği içine girmelerinin İsrail’in geleceği açısından büyük tehlike arz ettiği vurgulanmıştı. Konuyla ilgili olarak Maarif gazetesinde yer alan bir habere göre, ŞABAK yetkilileri, özerk yönetimin oluşturulmasından sonra kendilerinin koruyucu istihbarat için her tarafa ulaşmakta zorluk çektiklerini vurguladılar ve “yeşil hat” içindeki Filistinlilerle diğerleri arasındaki işbirliğinin gelecekte daha da artacağından endişe duyduklarını ifade ettiler.
Öte yandan Filistinli kaynaklarda, “yeşil hat” içinde kalan Filistinlilerden “İslâmi Hareket”i destekleyenlerin üzerindeki baskının son zamanlarda iyice arttığı bildirildi. İstihbarat elemanları, camiye devam ettikleri bilinen Filistinlileri de zaman zaman sorguya çekiyorlar. Yapılan açıklamaya göre sorgulama esnasında bu Filistinlilere caminin içinde neler yapıldığı, dini derslerde nelerin öğretildiği ve namaz kıldıran kişilerin nelerden söz ettikleri soruluyor. Bütün bu soruşturmaların ve baskının sebebi ise “yeşil hat” içinde kalan “İslâmi Hareket”le bu hattın dışında kalanlar arasındaki işbirliği ve yardımlaşmadan kaynaklanan endişedir.
* “İslâmi Hareket”in “İsrail” seçimleri karşısındaki tutumu: “İslâmi Hareket” normalde Filistin topraklarının İslâmi kimliğinin tartışılamayacağı ve İsrail’in bu topraklar üzerindeki hâkimiyetinin meşru olmadığı görüşündedir. Ancak yukarıda da belirttiğimiz gibi 1948’de işgal edilmiş bölgedeki faaliyetlerle 1967’de işgal edilmiş bölgedeki faaliyetler birbirinden farklıdır. Bu da bu iki kesimin statüsü arasındaki farklılıktan kaynaklanmaktadır.
“İslâmi Hareket” İsrail’in meşruiyetini reddettiğinden dolayı Knesset (İsrail parlamentosu) seçimlerine katılmayı da reddetmiştir. Ancak belediye seçimleri konusundaki tutumu farklıdır. Bu seçimlerde aday olmanın ve oy kullanmanın İsrail’in meşruiyetini kabullenme anlamı taşımayacağı, belediyelerde doğrudan halkı temsil ve halkla muhatap olmanın söz konusu olacağı görüşünü taşıdığından bu seçimlere katılmaktadır. Hatta Ummu’l-Fahm adlı şehrin belediyesi “İslâmi Hareket”in elindedir. Ummu’l-Fahm belediye başkanı Râid Salah, “İslâmi Hareket”in etkili ve faal elemanlarından biridir.
Ancak işgal yönetimi Kudüs konusunda farklı bir uygulamaya başvurduğundan ve Kudüs’teki Filistinli halkı yukarıda da ifade ettiğimiz gibi “yabancılar” muamelesine tabi tuttuğundan bu şehirde belediye seçimlerine katılmayı ve seçimlerde oy kullanmayı reddetmektedir. Kudüs’teki Filistinli halk arasında “İslâmi Hareket” oldukça güçlü olduğundan bu şehirdeki belediye seçimlerine Filistinlilerden katılan pek olmamaktadır.
* Knesset’te “İslâmi Hareket” üyesi var mı?: İsrail parlamentosu (Knesset) seçimlerinde daha önce “İslâmi Hareket”le ilişkisi olan üç kişi seçimi kazandığından Türkiye’deki bazı İslâmi gazetelerde bile “İslâmi Hareket Knesset’te” gibi başlıklarla haberler verildiğini, son zamanlarda da Knesset’teki “İslâmi Hareket” üyesi parlamenterlerle bazı yahudi partileri arasında işbirliği olduğu yolunda haberlere yer verildiğini gördük. Bu işin gerçek yönünü açıklığa kavuşturmakta yarar görüyoruz.
Son İsrail seçimlerinde: “Knesset seçimlerine katılmanın hükmü nedir? Katılmanın ve katılmamanın Filistinliler açısından olumlu ve olumsuz sonuçları neler olacaktır?” gibi sorular gündeme getirildi. Bu sorular “İslâmi Hareket”in ileri gelenlerinin önlerine de sürüldü. Hatta İsrail radyosu birtakım hile yollarına başvurarak bu hareketin Kudüs’teki ileri gelenlerinden Cemil Hamami’nin: “Gerekirse seçimlere katılabiliriz” şeklinde sözler sarf ettiğini ileri sürdü. Ancak Cemil Hamami daha sonra bu yöndeki haberleri tekzip etti. Ama ne yazık ki, Türkiye’de bazı İslâmi yayın organları İsrail radyosunun yalan haberlerini ciddi haberlermiş gibi değerlendirirken Cemil Hamami’nin tekziplerini hiç ciddiye almadılar. Bu da, “entellektüel”lik havasıyla İslâmi olmayan kaynakların haberlerini ciddiye almanın olumsuz sonuçlarından biri. Biz bu yayın organlarına birazcık İslâmi kaynaklara karşı da “entellektüel” olmalarını ve bu kaynakları da ciddiye almalarını tavsiye ediyoruz. İsrail radyosunun yaptığı sahtekârlığın bir benzerini de İslâmcı kesimden görünen (Filistinli olmayan ve Filistin’le de bir ilişkisi olmayan ancak FKÖ lideri Arafat’la dostluk ilişkileri dolayısıyla zaman zaman Filistin’deki “İslâmi Hareket”e kelek atan) bir adam yaptı ve Prof. Dr. Yusuf el-Kardavi’nin Knesset seçimlerine katılmanın caiz olduğuna dair fetva verdiğini ileri sürdü. Ancak Kardavi daha sonra yaptığı açıklamalarla Knesset seçimlerine katılmanın caiz olmadığını dile getirerek söz konusu kişinin ürettiği yalan haberleri tekzip etmiş oldu.
Bazı “İslâmcı”ların Knesset’e girmeleri olayına gelince:
Yukarıda sözünü ettiğimiz soruların tartışıldığı günlerde 1948’de işgal edilmiş topraklardaki muhafazakâr ve milliyetçi kitlenin ileri gelenleri İsrail parlamento seçimlerine katılma kararı aldı ve bu amaçla “Arap-İslâm Listesi” adında bir seçim grubu oluşturdular. Grubun başkanlığına Atıf el-Hatib, başkan yardımcılığına da Ahmed el-Havaca seçildi. Bu liste tıpkı bir siyâsi parti gibi faaliyette bulunacaktı.
Ancak bu listenin oluşturulması “İslâmi Hareket”in ileri gelenlerinin seçime katılmama kararlarını açıklamalarından sonra gerçekleşti. Arap-İslâm Listesi’nin başkanlığına seçilen Atıf el-Hatib’in “İslâmi Hareket”e üyeliği de iki yıl önce dondurulmuştu. Arap-İslâm Listesi başkanlığına seçilen Atıf el-Hatib, “İslâmi Hareket”in seçimlere katılmama kararı almasının Arap çevrelerde bir ümit kırıklığına yol açtığını ileri sürdü ve: “Arapların geneli “İslâmi Hareket”in İsrail parlamentosu (Knesset) seçimlerine katılma yönünde bir karar almasını ve kendi ekseni etrafında bütün Arap kitleler arasında bir uzlaşma sağlamak için çaba harcamasını arzuluyordu” dedi. el-Hatib “İslâmi Hareket”in seçimlere katılmama kararı almasının 1948’de işgal edilmiş topraklardaki Arap kitle arasında büyük bir siyâsi boşluğa yol açtığını ileri sürerek kendilerinin bu boşluğu doldurmayı amaçladıklarını ifade etti. el-Hatib kendi listelerinin yapacağı çalışmanın “İslâmi Hareket”e herhangi bir zararının olmayacağına dikkat çekerek: “Çünkü biz kendimizi İslâmi Hareket’le aynı meydanda görüyoruz. Kur’an ve sünnet bizi birleştiriyor. Knesset’te (İsrail parlamentosunda) alacağımız sandalyenin ürününün İslâmi güçlere ve İslâmi Hareket mensuplarına yansıyacağını düşünüyoruz” dedi.
Ancak “İslâmi Hareket” bu konuda prensip kararı aldığından söz konusu liste adına çalışma yapanların ve bu listeden Knesset’e girmek için aday olanların bu hareketi temsil etme hakları yoktu. Zaten “İslâmi Hareket” daha sonra adı geçen listeden aday olanları cemaatten ihraç etti. Ancak bu listeden üç kişi Knesset’e girmeyi başardı. (Abdulvehhab Deravişe ve Abdullah Nemir Derviş bunlardan ikisi) Şimdi İsrail işgal rejimi bu kişileri “İslâmi Hareket”in temsilcileri gibi göstermeye çalışıyor. O kişiler de kendilerini öyle göstermek istiyorlar. Ancak işin gerçeğinde bu kişilerin “İslâmi Hareket”i temsil yetkileri yoktur. Çünkü hareketin temel bir prensibine muhalefet ettiklerinden ihraç edilmişlerdir.
Bu kişilerin bazı İsrail partileriyle işbirliği yapmaları İslâmi Hareket’le söz konusu partiler arasında ittifak sağlandığı anlamına gelmez. Tıpkı Fethullah Gülen – Bartolomeos ittifakının Türkiye’deki İslâmi hareketle hıristiyanların ittifakı anlamına gelmeyeceği gibi.
Kaynak: http://www.vahdet.info.tr/