M. Recai Kutan’ın “Su ve Hayat” konferansı

ESAM Genel Başkanı sayın M. Recai Kutan’ın “Su ve Hayat” konferansı

SU VE HAYAT

GİRİŞ

Her ne kadar halk dilimizde “Havadan sudan şeyler”  “Sudan ucuz” gibi tabirler varsa da, suyun değerini ifade eden  “Su gibi aziz ol” sözünü de unutmayalım.Evet su, en hayati önem taşıyan Yüce Mevla’nın bir nimetidir. Bu gerçeği Kuran-ı Kerim şöyle ifade eder: “Hakkı, inkar edenler görüp bilmediler mi ki, göklerle yer bitişik bir halde iken(bir bütün) Biz onları ayırdık. Hayatı olan her şeyi sudan yarattık. Hâlâ inanmıyorlar mı?” (Enbiya Suresi, ayet:30)

Cenab-ı Hak başka bir ayette ise; “Bir de gökten bereketli bir su indirip de onunla bağlar, bahçeler ve biçilecek taneler bitirmekteyiz. Tomurcukları birbiri üzerine dizilmiş uzun boylu hurma ağaçları yetiştirdik”(Kaf Süresi, ayet:9-10).

Gezegenimizde su hayatın memba-ı(kaynağı) olduğu için bu kitaba başlık olarak “Su ve Hayat” başlığını seçtik.

Suyun dinimizdeki yeri de çok büyüktür. İbadeti yapabilmek için temiz olmak ve abdest almak gerekir. Bu ise ancak suyla olmaktadır. Önemi sebebiyle temizlikte kullanılacak su için, İslam Fıkhı, suyla ilgili birçok hüküm bildirmiştir.

I- SU VE GEZEGENİMİZDE HAYAT

Dünyanın yüzde 71 ini su teşkil etmektedir. Dünyadaki toplam su miktarı 1 milyar 400 milyon km3 tür. Bu suyun % 97,5 i denizlerde ve okyanuslardaki tuzlu sulardan oluşmaktadır. Bu sulardaki tuz miktarı, 5 kilometrelik bir kalınlıkta bütün Avrupa kıta’sını kaplayabilir.

Geriye kalanın yalnızca %3 ü tatlı su kaynağıdır. Bunun da yüzde 2,24 ü buzullardadır. Yani şu anda, mevcut olan tatlı suyun sadece binde 76 sı çeşitli maksatlar için kullanılabilmektedir.

Dünyadaki toplam suyun yaklaşık yılda 500 bin km3 ü denizlerde ve toprak yüzeyinde meydana gelen buharlaşmalar ile atmosfere geri dönmekte ve hidrolojik çevrim içerisinde yağmur ve kar olarak tekrar yeryüzüne düşmektedir.

Dünya yüzeyine yağışla düşen su miktarı yaklaşık olarak 100 bin km3 olup, 40 bin km3 ü akışa geçerek nehirler vasıtasıyla denizlere ve göllere ulaşmaktadır. Bu miktarın 9 bin km3 ise teknik ve ekonomik olarak kullanılabilir durumdadır. ( 9 Trilyon m3 )

Tabiatta bulunan canlıların yapısında büyük bir kısmını su meydana getirmektedir. Yetişkin bir insanda vücut ağırlığının ortalama olarak %77 si sudur.

Bir insan hiçbir şey yemeden uzun süre yaşayabildiği halde, su içmeden ancak birkaç gün yaşayabilir. Su cenabı Hakkın en büyük nimetidir.

Su nimetine nasıl şükredildiğini, bir değerli şairimizin şu sözlerinde buluyoruz:” Su içen kuşu, her yudumda gagasını göklere kaldırarak Allaha şükreder gördüm”

II- SU NEDİR?

İsterseniz önce suyu tanıyalım. Biliyorsunuz ki, su iki hidrojen ve bir oksijenden oluşmaktadır. Kimyasal formülü H2O dur. Hidrojen yanıcıdır, belki de yakın geleceğin en önemli yakıtı olacaktır. Oksijen ise yakıcıdır. Hal böyle iken biz, yanan şeyleri suyla söndürürüz. Su sıfır derecenin altında katı, yüz derecenin üstünde ise gaz halindedir.

Dünyada mevcut olan, bütün katı, sıvı ve gaz cisimler için geçerli olan bir fizik kanunu vardır. Isınan her cisim genişler ve yoğunluğu azalır. Soğuyan her cisim ise daralır ve yoğunluğu artar. Bu fizik kanunun tek istisnasını suda görüyoruz. Şöyle ki; Suyun yoğunluğunun en fazla olduğu sıcaklık artı 4 derecedir. Suyun donmasıyla oluşan buzun yoğunluğunun, sudan daha fazla olması, fizik kanuna göre gerekirken, tersine buz sudan daha hafiftir.

Acaba bu değişiklikte ne hikmet var?

Şayet o fizik kanunu, su için de geçerli olsaydı, kış günü soğuk bir gecede bir göl bütünüyle donar, su içindeki mikro ve makro organizmalar, tamamıyla yok olurdu.

Hâlbuki soğuma halinde, suyun en ağır olduğu artı 4 derece su, gölün tabanına iniyor, suyun donmasıyla oluşan buzda, sudan hafif olduğu için gölün yüzeyinde kalıyor.

Fizik kanunundaki bu istisna sebebiyle, sıfırın altındaki sıcaklıklarda, göller, akarsular bütünüyle donmamakta ve suda yaşayan canlıların yaşamalarını mümkün kılmaktadır.

Bu Cenabı Hakkın, Rahman sıfatının bir tecellisidir.

Bir de şu suyun hidrolojik çevrim dediğimiz devri daimindeki ihtişama bakınız. Yağmur, kar, dolu v.s şeklinde meydana gelen yağışlar, derelerde, çaylarda, ırmaklarda akışa geçiyor veya yeraltı suyuna dönüşüyor. İnsanoğlu bu su nimetini çeşitli maksatlarla kullanırken, maalesef hoyratça kirletiyor.

Bu kirletilmiş sudan, buharlaşma yoluyla havaya karışan su, meteorolojik şartlar gerçekleşince, pırıl pırıl, tertemiz, adeta saf su olarak yeryüzüne dönüyor.

Böyle bir ilahi nizam olmasaydı, insanoğlu, içecek su bile bulamayacaktı.

Biz mühendisler, arazinin en alçak yerleri olan vadi tabanlarında akan çay ve ırmakların sularını kontrol etmek, depolamak için, barajlar inşa ederiz. Arkasındanda birkaç yüz milyon m3 su depolarız.

Meteorolojik şartlar itibariyle, en bol yağış, yüksek dağların tepelerine kar yağışı şeklinde oluyor. Böylece arzın en yüksek yerlerinde, Allahın lütfü ile, barajsız, milyarlarca m3 su, kar şeklinde depolanmış oluyor. Kar yavaş yavaş eriyor ve ovadaki şehirlere, tarlalara su sağlıyor.

III- SU İLE İNSAN HAYATI ARASINDAKİ BENZERLİKLER

Uzun yıllar, su kaynaklarının, etüt, planlama ve proje çalışmalarını yaparken, bu projeleri inşa ederken, su ile, insan hayatı arasında, şaşırtıcı benzerlikler olduğunu tespit ettim.

Bu durumu, büyük şair ve fikir adamı Necip Fazıl’da  “Sakarya Türküsü” şiirindeki şu mısralarla işaret ediyordu.

 

“İnsan bu, su misali, kıvrım kıvrım akarya;

Bir yanda akan benim, öbür yanda Sakarya.

Su iner yokuşlardan, hep basamak basamak;

Benimse alın yazım, yokuşlarda susamak.

Her şey akar, su, tarih, yıldız, insan ve fikir;

Oluklar çift, birinden nur akar, birinden kir.”

Su ile insan arasındaki bazı benzerlikler aşağıda sıralanmaktadır:

  1. a) Dağlardan, tepelerden inen vahşi dereler, bir yandan çevreyi tahrip ederken, diğer yandan da, taş, çakıl, kum ve silt gibi rüsubatı taşırlar.

Bu dere, kendi yatağında inşa edilmiş olan bir barajın gölüne ulaşınca, önce kaba taşlar, sonra da sırasıyla, çakıl, kum ve silt, göl tabanına çöker.Boz bulanık sular, pırıl pırıl bir su haline geliverir.

İnsan da bir mürşidi kâmilin oluşturduğu manevi ortam içerisinde, nefis terbiyesi sonucu, önce büyük günahlardan, sonra küçük günahlardan arınır ve insanı kâmil olur.

  1. b) Kirletilmiş atık su, buharlaşma ile, tuzlardan ve mikroplardan arınıyor.

İnsan da ancak manevi eğitimlerle, kötülüklerden ve kötü huylardan arınabilir.

c)Yeraltı suyunun seviyesi pompayla yapılan aşırı çekim sonucunda düşer ve denize yakın olan yeraltı suyunda tuzlanma başlar.

İnsanoğlunda da, aşırı hırs, kıskançlık ve israf ve benzeri huylar seviye düşürür, daha da kötü huylara kapı aralar

  1. d) Su, içine girdiği her kabın şeklini alır. Ama özelliğinden hiçbir şey kaybetmez.

Öyle  insanlar vardır ki, her kaba, her kalıba girerler. Hem o kabın şeklini alırlar, ama sahip oldukları değerleri de kaybederler.

  1. e) Kar tanelerinden 5300 adet fotoğraf çekilmiş. Bu resimlerde, aynı büyüklük ve şekilde, birbirine benzer tek bir kar tanesi bile bulunamamış.

Milyarlarca insan arasında da, parmak izleri birbirinin aynı olan bir tek örnek bile bulmak mümkün değildir.

  1. f) Suda çözülmüş bulunan kalsiyum ve magnezyumun bikarbonat, karbonat, sülfat, nitrat ve silikat tuzları sulara sertlik verirler.

Suların sertliği, sertlik dereceleriyle ifade edilir. Memleketimizde genel olarak Fransız sertlik ölçüleri kullanılır.

Bu ölçülere göre

0–7 arasındaki sertliği olan sular çok yumuşak–tatlı

7–14 arasında sertliği olan sular yumuşak – tatlı

14–22 arasında sertliği olan sular sertçe – orta tatlı

22–32 arasında sertliği olan sular sert- acı sular kabul edilir.

Sertlik derecesi 30 a kadar olan sular içilebilir. Ancak sert sular, böbrek taşı teşekkülünde etkili olurlar. Çamaşır yıkamada tatlı su aranır. Çünkü sert sularda sabun köpürmez. Dolayısıyla çamaşır da yeterince temizlik de yapılamaz.

Yumuşak su nasıl çamaşırlardaki kirleri rahatlıkla çözüyorsa, yumuşak huyda, kalpleri yumuşatıyor ve gerginlikleri yok ediyor.

  1. g) Su, içinde bulunduğu kabın cidarına basınç yapar. Bu basınç, kabın alanıyla değil, suyun derinliğiyle orantılı olarak artar. Bir barajda da, baraj gövdesine gelen basınç baraj gölünün alanıyla değil, derinliği ile orantılıdır.

Mesela, 2 metre derinlikteki bir suyun, kabın cidarına yaptığı basınç 2 tondur. Ama 4 metre derinlikteki suyun kabın cidarına yaptığı basınç ise, 8 tondur. Derinlik 2 misli artarken, basınç 4 misli artmıştır. Çünkü basınç, derinliğin karesinin yarısı kadardır.

Sudaki bu durum aynen, insan topluluklarında da geçerlidir. O toplumda uygulanan, insan hakları ve özgürlük ihlallerinin ortadan kaldırılması, baskı duvarlarının yıkılması, insan kalabalıklarıyla değil, ancak tıpkı suda olduğu gibi, derinliği olan insanlarla mümkün olabilir.

  1. h) Yağmurun en faydalısı, bulut çatlaması dediğimiz kısa süreli sağanak yağış değil, uzun süreli çiseleyen yağmurdur.

İnsanların siyasi çalışmalarında da, vatandaşlar, seçim kampanyası döneminde geceli gündüzlü yoğun çalışmalardan değil, iki seçim arasında yapılan çok daha yoğun olmayan, ama sürekli olan çalışmalardan etkilenirler. Taşı delen, damlaların sürekliliğidir. Sürekli olması, zayıf şeyin gücünü artırıyor.

IV- DÜNYA SU PAYLARI VE TÜKETİMİ

Dünya nüfusunun halen üçte biri yeterli ve sağlıklı su kaynaklarına sahip değildir.

Kullanılabilir suyun dengeli dağılımını söylemekte mümkün değildir. Her geçen yıl su tüketiminin artması sebebiyle, problem daha da büyümektedir. Nitekim dünyada 1940 yılında su tüketimi 1000 km3 iken, 1960 yılında 2000 km3 e, 1990 yılında 4130 km3 e, 2000 li yılların başında da yaklaşık 5000 km3 ulaşmıştır.

Dünyada toplam su tüketiminin %73 ü sulamada kullanılmaktadır. 1990 yılı itibariyle sulanan tarım alanları toplamı, 240 milyon hektar iken, bu miktarın 2010 yılında 280 milyon hektara ulaşması beklenmektedir.

Hızlı nüfus artışı neticesinde, hızlı şehirleşme ve sanayileşme sebebiyle, bazı ülkelerde, içme, kullanma ve sanayi suyuna olan talep katlanarak artmaktadır. Hal böyle iken, hayatın kaynağı olan su, insanoğlunun vurdumduymazlığı neticesinde, adım adım bir felakete sürüklenmektedir.

Bunun en önde görünen sebebi, Batılıların tabiata bakışındaki çarpıklıktır. Batı medeniyeti mensupları: “ben tabiatın sahibiyim. Onu istediğim gibi tahrip edebilirim” anlayışındadırlar. Ama bizim medeniyet anlayışımızın kabulü ise şöyledir. ” biz tabiat’ın sahibi değil, emanetçisiyiz. Onu en iyi şekilde gelecek nesillere devretmek sorumluluğu altındayız.” Bundan 10 bin yıl önce gezegenimizin yarısını, geniş ve büyük ormanlar kaplıyordu. Bu ormanların yaklaşık üçte biri yok edildi. Sadece 20 inci yüzyılda, yağmur ormanlarının yüzde 50 si Batılılar tarafından hoyratça tahrip edildi.

Buna ilaveten Batıdaki yerleşim yerlerinden ve sanayi tesislerinden atmosfere bol miktarda CO2 salındı. Şu anda bile, büyük çoğunluğu Batı’dan olmak üzere atmosferdeki 750 milyar tonluk CO2 stokuna her yıl. 3 milyar ton CO2 eklenmektedir.

Bu gazlar dünyaya sera etkisi yapmakta, küresel ısınmaya, buzulların erimesine, su seviyelerinin yükselmesine yol açmaktadır.

Küresel ısınma sonunda, kuzey kutbundaki aysberglerin eriyeceği, deniz seviyelerinin, 5,5 metre seviyesinde yükselebileceği ifade edilmektedir. Bu yüzden dünya çapında, 200 milyon kişi mülteci durumuna düşecektir.

Sıcaklıkların değişmesiyle, okyanuslardaki akıntıların düzeni bozulacak, dev tayfunlar ve kasırgalar, şiddetli yağışlar sebebiyle büyük felaketler yaşanabilecektir.

Birleşmiş Milletlerin Haziran 2006 da yayınlamış olduğu raporda, önümüzdeki 50 yıl içerisinde, aralarında Türkiye’nin de bulunduğu pek çok ülkede, aşırı kuraklıkla karşı karşıya kalınacağına dikkat çekildi.

Diğer bir milletlerarası araştırma kuruluşu raporunda da; “2025 yılına kadar, dünya’nın üçte birinin su kıtlığından etkileneceği, 20 yıldan az bir sürede, Afrika’da yeterli ve temiz su bulamayan insan sayısının 600 milyona ulaşabileceği” belirtilmektedir.

Maalesef böylesine bir felakete gidişin karşısında, ciddi bir duyarlılığa ve tedbire de rastlanmamaktadır.

Bu felaketlerin önlenebilmesi için çok acele, ciddi tedbirlerin alınması gerekmektedir. Öncelikle, dünyada sera etkisi yapan CO2 emisyonunu azaltmak için, enerji üretiminde ve taşımacılıkta yeni yöntemlere, yeni yakıt cinslerine yönelinmelidir. Mesela yandığında sadece su üreten hidrojen en uygun yakıt cinsi olabilir.

Ormanların yok olması önlenirken, dünyanın daha da yeşillendirilmesi için özel gayret gösterilmelidir.

V- SU VE ULUSLAR ARASI SİYASET

Su kaynaklarının dünyada dağılımına bakarak, ülkeleri su kıtlığı olan ve olmayan şeklinde ikiye ayırmak mümkündür. Su kıtlığı çeken bölgelerin başında Afrika gelirken, onu da bazı Ortadoğu ülkeleri takip etmektedir.

Su bakımından fakir olan ülkeler kendilerine oranla su zengini saydıkları ülkelerin su kaynaklarına göz dikmektedirler. Sınır aşan nehirlerle ilgili ülkeler arasında da, su kullanımı konusunda büyük ihtilaflar doğmaktadır. Bu sebeple sık sık ” su savaşları” senaryoları üretilmektedir.

Büyük ölçüde iktisadi bir konu olarak ele alınması icap eden suyu, İsrail, Amerika ve AB ülkeleri, özellikle Ortadoğu bölgesindeki ülkeler arasında, yeni ihtilaf ve çatışmaların çıkması için bir araç olarak kullanmak istemektedirler.

Bugüne kadar, ABD başta olmak üzere batılı ülkelerin Ortadoğu’ya olan ilgileri petrol ağırlıklıydı. İkinci Dünya Savaşı döneminde, İngiltere’de Başbakan olan Mr. Churchill’in,  ” Bir damla petrol, bir damla kandan daha değerlidir” sözü Batılıların petrole bakış açılarını çok açık bir şekilde göstermektedir.

VI- SU VE ORTADOĞU

Bugün ise su, Ortadoğu’da petrol kadar Batılıların gündemindedir. ABD yönetimine hizmet veren bir  Stratejik Araştırma Merkezi’nin yayınında, şu görüşler ifade edilmektedir: “Ortadoğu’daki jeopolitik ilgilerimiz, bugüne kadar petrol ağırlıklıydı. Şimdi su da, bölgede en önemli bir politik silah haline gelmektedir. Batılıların Körfez petrollerine olan bağımlılığı sürekli bir şekilde artmakla beraber, emniyetle iddia edebiliriz ki, bu asrın sonuna kadar, bu bölgenin politik durumunu su şekillendirecektir. Ortadoğu’daki su kaynaklarının geliştirilmesi, Amerika için en kritik dış politika konusudur.”

İsrail’den Simon Perez’in Kasım 1993 te yayınlanan bir röportajında şunlar söylenmişti. “Türkiye’nin zengin su kaynaklarına sahip oluşu, bizim için büyük önem taşımaktadır. Türkiye, bölgedeki su sorununun çözümünde anahtar bir ülke olabilir. Su, insanlığın ortak malıdır.”

AB Komisyonunun Ekim 2004 tarihli ilerleme raporunda da şunlar açıklanmıştı, ” Su, önümüzdeki yıllarda giderek en stratejik bir konu olacaktır. Türkiye’nin üyeliği ile, Fırat ve Dicle nehirlerinin sularıyla, bu havzadaki barajlar ve sulama sistemlerinin milletlerarası bir kuruluşun yönetimine bırakılması, İsrail ve komşularının da su bölüşümünde yer alması AB için önemli bir konu olacaktır.”

Netice olarak, Ortadoğu bölgelerinin, su kaynakları bakımından zengin olmaması ve su kaynaklarının bazı ülkelerin elinde toplanması Ortadoğu’da bir su meselesini gündeme getirmiştir.

Ortadoğu’ya hayat veren beş su kaynağı vardır. Bunlar Mısır ve diğer komşu Kuzey Afrika devletleri olan Etopya, Sudan, Kenya, Uganda, Tanzanya, Burundi, Raunda ve Zaire tarafından kullanılan Nil Nehrinin suları; İsrail, Ürdün ve Filistin tarafından kullanılan Şeria Nehrinin suları; Türkiye, Irak ve Suriye tarafından kullanılan Fırat ve Dicle Nehirlerin suları.

Türkiye su kaynakları bakımından dünyanın en problemli bölgelerinin birinde yer almakta. Zira Asi, Fırat ve Dicle Nehirlerinin kullanımı Türkiye ile Irak ve Suriye arasında anlaşmazlığa yol açmaktadır.

VII- TÜRKİYE’NİN SU POTANSİYELİ

Dünya yüzüne düşen yağışların yıllık ortalaması 800 mm iken bu değer Türkiye’de yılda ortalama 643 mm. dir. Ülkemizde bölgeler arasında da büyük farklılıklar görülmekte, yağışlar bazı yörelerde yılda 3000 mm. yi aşarken, bazı bölgelerimizde ise 250 mm. nin altına düşmektedir.

Türkiye’ye düşen yağışlar, yılda 501 milyar m3 suya tekabül etmektedir. Bu miktar suyun 186 milyar m3 ü, çeşitli büyüklükteki akarsularda akışa geçiyor. Bir bölümü yeraltı suyuna dönüşüyor.

Akarsularda akış                        186 milyar m3

Komşu ülkelerden gelen su           7 milyar m3

Yer altı suyu                                12  milyar m3

Toplam                                     205 milyar m3

O halde ülkemizin yenilebilir tatlı su potansiyeli 205 milyar metreküptür. Bu miktar suyun tamamını kullanmak mümkün değildir. Bu miktardan kullanılabilecek su miktarı ise şöyledir.

Akış halindeki 186 milyar m3 den              95 milyar m3

komşu ülkelerden gelen 7 milyar m3 den    3 milyar m3,

Yer altı suyunun 12 milyar m3 den            12 milyar m3,

Toplam :                           110 milyar m3.

Özellikle güneydeki bazı komşularımızın su imkânlarına kıyaslanarak, Türkiye’nin su zengini bir ülke olduğu sanılmaktadır. Milletlerarası standartlara göre, yılda kişi başına düşen su miktarı 10.000 m3/yıl/kişi ise, o ülke su zenginidir. Hâlbuki Türkiye’de bu miktar 1500 m3 ün altındadır.

Kurak periyotlarda bu miktar daha da düşmektedir. Tatlı suyun önemi, her geçen yıl biraz daha fazla anlaşılmaktadır. Dünyada herkes gelecek için su ihtiyacını emniyet altına alma çabasındadır. Dolayısıyla suyu olanlar, mevcut bu imkânlarını, en hasis bir şekilde muhafaza etmektedirler.

Türkiye’nin su fakiri olduğunun en açık delili şudur. Fırat’ıyla, Dicle’siyle, Kızılırmak, Yeşilırmak’ıyla, Seyhan’ı, Ceyhan’ıyla, Büyüğü, küçüğü Menderesiyle ve diğer irili ufaklı su kaynaklarıyla toplam ortalama yıllık su potansiyeli 186 milyar m3 tür. Buna mukabil sadece Tuna Nehrinin ortalama su potansiyeli 206 milyar m3, Nil Nehrinin ortalama su potansiyeli 161 milyar m3 tür.

Dünyada 30 dan fazla ülke halen kullandıkları suyun üçte birinden fazlasını başka ülkelerden gelen nehirlerden elde etmektedirler. Bu durum gelecek için ciddi ihtilaflara sebebiyet verebilir.

Bu yüzden, gelecek için su savaşları senaryoları üretilmektedir. Aslında bu savaşlar, daha şimdiden bile başlamış durumdadır. Ortadoğu ihtilafının, İsrail, Suriye, Ürdün arasındaki uzlaşmazlığın temelinde su vardır. İsrail, Ürdün ırmağı, Yarmuk ırmağı ve Golan tepeleri çevresindeki yeraltı sularından vazgeçmek istememektedir.

Su, insan ve toplum için çok büyük önem taşıdığı için, savaşlarda ilk öncelikle saldırıya uğrayan yerler, hep su kaynakları ve su yapıları olmuştur. 1960 yılında ABD Kuzey Vietnamın sulama alanlarını bombalamıştır. İsrail 1960 yılında Şeria Nehrinin üst kısmındaki Suriye kanallarını bombalamıştır. Irak, İran savaşında, taraflar birbirlerinin baraj ve arıtma tesislerini hedef almıştır. Körfez harekâtında, Amerika ve yandaşları Bağdat’ın su arıtma ve dağıtım sistemini tahrip etmişlerdir.

Bu yıl içinde, İsrail’in Lübnan’a yapmış olduğu saldırıda da, öncelikle su tesisleri tahrif edilmiştir.

Ülkemiz de sınır aşan sular sebebiyle, komşularıyla ciddi problemler yaşamaktadır.

Bulgaristan’la – Türkiye arasında, Meriç, Arda sularıyla ilgili olarak, gerek Türkiye’ye verilen su miktarı ve gerekse su kirlenmesiyle ilgili ihtilaflar vardır. Benim başkanlığımda bir heyetle, bu nehirlerdeki kirlenmenin önlenmesini temin için, 1968 yılında Bulgarlarla anlaşma imzalamıştık.

Türkiye ile Suriye arasında önemli bir ihtilaf, Asi Nehriyle ilgilidir. Suriyeliler hala sakat bir anlayışla Suriye toprağı sandıkları için, Asi konusunu müzakere konusu yapmak istememekte ve Nehirden Türkiye’ye yeterli su vermemektedir.

Lübnan’da Bekaa Vadisinden doğan Asi Nehri, büyük ölçüde Suriye topraklarında tüketildikten sonra, Türkiye sınırı içerisinden Akdeniz’e dökülmektedir. Yıllık ortalama su potansiyeli 2,5 milyar m3 olan Asi Nehrinin sularını, Suriye bir memba ülkesi olarak kullanırken, Türkiye’nin ihtiyacını dikkate almamakta ve yaz aylarında Amik ovasında büyük sıkıntılar yaşanmaktadır.

Fırat ve Dicle Nehirleri, Türkiye, Suriye, Irak arasında ciddi bir ihtilaf konusudur. Gerek Suriye ve gerekse Irak, realist ve adil bir çözüme yıllardan beri yanaşmamaktadırlar. 1960 lı yılların başlarında benimde iştirak ettiğim toplantılarda gerek Suriye ve gerekse Irak’a şu tekliflerde bulunmuştuk. Nehir sularının düzenlenmesi için yapılacak barajlar, dar ve derin vadilere sahip Türkiye de yapılmalı, böylece buharlaşma kayıpları asgariye indirilmelidir.

Ülkeler sulama, içme ve kullanma suyu ihtiyaçlarını müştereken teknik seviyede tespit etmelidirler. Ancak ne Suriye, ne Irak’ta o dönemde yeterli bilgiler yoktu. Öyle teknik bir çalışmaya da yanaşmadılar.

Müzakerelerde, Asi, Fırat ve Dicle Nehirleri müştereken ele alınmalıdır dedik, buna da yanaşmadılar.

Fırat Nehri:

Ortalama yıllık akım           35 milyar m3,

Türkiye’nin su katkısı          31,6 milyar m3 (%90 ı),

Suriye’nin su katkısı           3,4   milyar m3 (%10 ı),

Irak’ın su katkısı                 0 dir.

 

Dicle Nehri:

Ortalama yıllık akım           52.7 milyar m3

Türkiye’nin su katkısı          21.3 milyar m3 (%40 ı)

Suriye’nin su katkısı           0

Irak’ın su katkısı                 31,4 milyar m3 (%60 ı)

Fırat + Dicle Nehirlerinin Toplam ortalama yıllık akımları 87,7 milyar m3 tür. Fırat ve Dicle Nehirlerinin suları, çok büyük ölçüde sulamada kullanılacaktır.

Toprak kaynakları bakımından Fırat ve Dicle nehirleri karşılaştırıldığında, Fırat Nehri’nden Türkiye’de sulanacak alan 1.654.000 hektar, Suriye’nin ve Irak’ın gerçek değerlerinden çok abartılı olarak resmen açıkladıkları miktar ise sırayla 773.000 ve 1.952.000 hektardır. Resmi rakamlar göz önüne alındığında, Fırat’tan sulanması öngörülen toplam alan 4.379.000 hektara ulaşmaktadır. Dicle Nehrinden sulanan alanlar ise; Türkiye’de 602.000 hektar, Suriye’de 200.000 ve Irak’ta 3.819.000 hektar olmak üzere, toplam 4.621.000 hektardır. Dicle Nehri’nin su potansiyeli Fırat’a göre çok daha fazla (1,5 misli) olduğu halde, bu iki nehirden sulanacak alanlar birbirine çok yakın olup Dicle Nehrinde ihtiyaçlara göre su fazlalığı mevcuttur.

Fırat ve Dicle Nehirleri, müştereken ele alınmalıdır deyişimizin önemli sebeplerinden biri de, Irak’ta Fırat ve Dicle Nehirlerinin bir kanalla irtibatlandırılmış olmasıdır.

VIII- TÜRKİYE SINIRLI SU KAYNAKLARINI NASIL VERİMLİ KULLANABİLİR?

Biz kısıtlı olan su imkânlarımızı nasıl kullanmalı nasıl muhafaza etmeliyiz? Su, ülkemizde sulama, içme ve kullanma, endüstri ve hidroelektrik enerji üretimi maksadıyla kullanılmaktadır.

Halen mevcut suyumuzdan, 33,3 milyar m3 yerüstü, 6 milyar m3 ü, yer altı suyundan olmak üzere 39,3 milyar m3 ünü kullanıyoruz. Bunun %75 i olan 29,3 milyar m3 ü sulama, % 15 i olan 5,8 milyar m3 ü içme – kullanma, %10 u olan 4,2 milyar m3 ise, endüstri için kullanılmaktadır.

Türkiye’nin 25.85 milyon hektarlık kısmını, sulanabilir araziler teşkil etmektedir. Bugünkü koşullarda teknik ve ekonomik olarak sulanabilir arazi miktarı 8.5 milyon hektar dır. Gelecekte teknik ve ekonomik şartlar değiştiğinde 8.5 milyon hektar, önemli ölçüde artabilir. Halen DSİ ve halkın inşa ettiği sulama tesisleriyle brüt 4.792.000 hektar arazi sulanmaktadır. Bu toplam sulama alanı 8.5 milyon hektarın, %56 sına tekabül etmektedir. İşte biz bu sulama alanlarında suyu, modern sulama teknikleriyle, tasarruflu kullanmalıyız, yanlış sulama metotlarıyla tarlalarımızın tuzlanmasını, dolayısıyla sularımızın tuzlanmasını önlemeliyiz.

İçme ve kullanma suyu kullandıktan sonra kirleniyor. Atık su oluyor. Son yıllarda kanalizasyon şebekeleri yapıldı. Atık sular m3 ler seviyesine çıktı. Ama arıtma tesislerimiz yeterince yapılmadı.

Türkiye şu anda Fırat Nehrinden Suriye ve Irak’a saniyede 500 m3 su vermektedir.

Suriye ve Irak’ın herhangi bir mali katkısı olmadan Fırat Nehri üzerinde inşa ettiğimiz barajlarla, bu komşu ülkelere şu faydaları sağladık.

1-    Yaz aylarında 70-80 m3/saniyeye kadar düşen nehirden her ay 500 m3/ saniye su bırakılıyor.

2-    Bahar aylarında meydana gelen ve bazı yıllar 6-7000 m3/ saniye ye ulaşan feyezanın, Suriye ve Irak’a yaptığı zararlar önlendi.

Sınır aşan sular konusunun, böylesine bir konferansta bütünüyle ele alınması mümkün değildir. Münhasıran bu konu, bir konferansta ele alınabilir ve detaylı bir şekilde açıklanabilir. Vaktimizin yetersizliği sebebiyle ele alamadığımız. “Barış Suyu Projesi” ile “Manavgat Projesi” de o konferansta görüşülebilir.

Ortadoğu daki sınır aşan sularla ilgili konuyu noktalarken, hayati önem taşıdığına inandığım şu temennilerimi de özellikle ifade etmek istiyorum.

1-    Bu önemli konu, ABD, İsrail, AB ülkeleri devreye sokulmadan, sadece Türkiye, Suriye ve Irak tarafından ele alınmalı ve sonuçlandırılmalıdır.

2-    Konu daha da karmaşık hale gelmeden, en kısa zamanda gündeme alınmalı, abartılı rakamlar, talepler ortaya koyulmadan, güvenilir teknik bilgiler, realist ölçüler, “nasfet ve adalet” ölçüleri içerisinde kronik hale gelmiş olan bu sorun çözülmelidir.

Ülkemiz akarsularının hidroelektrik potansiyelini de geliştirmek büyük önem taşımaktadır. Akarsularımızdan 136 sı işletmede 401 inşa halinde, 540 ı proje ve planlama safhasında olan 714 HES ile toplam 36697 mw kurulu güç ile yılda 129,9 milyar kwh enerji üretilebilir.

2006 yılına kadar yapılan 136 adet HES projesiyle 11588 mw kurulu güç ile 46 milyar kwh enerji üretimi gerçekleştirilmiştir. Bu, toplam hidroelektrik potansiyelin ancak %35 ine tekabül etmektedir.*

IX SONUÇ

Son yıllarda, hiçbir çevre sorunu çıkarmayan yeni bir enerji kaynağı hidrojenle ilgili çalışmalara büyük ağırlık verilmiştir. 1996–97 Erbakan Hükümeti döneminde “Birleşmiş Milletler Hidrojen Enerjisi Teknolojileri Araştırma Merkezi”nin Türkiye’de kurulması için ciddi teşebbüslerde bulunulmuş ve olumlu netice alınmıştır.

Hidrojen en kolaylıkla suyun elektrolizinden elde edilebilir. Bunun içinde ucuz elektrik enerjisine ihtiyaç vardır. Eğer yakın bir gelecekte, güneş pili yoluyla ucuz elektrik üretimi gerçekleştirilebilir ise, “Dünya Güneş Kuşağı”nda bulunan Türkiye bundan büyük avantajlar elde edecektir.

Böylesine hayati önem taşıyan bir ülke sorunu hakkında, muhterem heyetinize hitap edebilmiş olmak, benim için en büyük mutluluk vesilesidir.

Milletlerarası boyutu da olan bu çok kapsamlı konunun, bir konferansın sınırlı süresi içerisinde, bütün detayı ile açıklanması mümkün değildir.

Bir konferansta yapılan konuşmanın kitap haline getirilen bu metinde eksiklikler ola bilir. Bu eksikliklerden dolayı beni bağışlamanızı diliyorum.

Hayatımın önemli bir bölümünü ayırdığım su ile ilgili görüş ve düşüncelerimi özetleyen bu risaleyi okuduğunuz için teşekkürlerimi sunuyorum. Bu çok önemli konuya, hükümetin, siyasi partilerin, üniversitelerimizin ve sivil toplum örgütlerimizin daha duyarlı olmalarını temenni ederken, selam ve saygılar sunuyorum.

SU GİBİ AZİZ OLUNUZ.

                                                  M.Recai KUTAN

*  Not: 2005 yılında, 39.679 MW kurulu gücündeki termik ve hidroelektrik santrallerle 273.272 Gwh üretim kapasitesine ulaşılmıştır. Bunun 190.619 Gwh ı termik, 46.459 u hidroliktir.  Hidrolik toplamın yüzde 17 dir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.