Bülent Yıldırım, AKP’yi sert sözlerle eleştirdi

İHH Başkanı Bülent Yıldırım, AKP’yi sert sözlerle eleştirdi

Ortadoğu’da hükümetle birlikte birçok projeye imza atan İnsan Hak ve Hürriyetleri İnsani Yardım Vakfı (İHH) Başkanı Bülent Yıldırım, “Biz Suriye’de muhaliflerin yanındayız, bu doğru. Ama İHH olarak biz hiçbir zaman bir iç savaşı da istemedik. Bu yüzden biz Suriyeli muhaliflerle İran arasında hatta rejim arasında arabuluculuk yapmaya çalıştık. Türkiye Suriye ile diplomatik ilişkileri kesmemeliydi ne olursa olsun” dedi.

İHH Başkanı Yıldırım, “Mısır’da İhvan seçimlere girmek istemiyordu. Türkiye’nin zoruyla seçimlere girdi. Aslında seçimlere girmeme kararıyla haklıydı çünkü bütün yükü omuzlarına almış olacaktı. Nitekim öyle oldu ve Mursi hükümetinin başarısız  gösterilmesine sebep olundu” diye konuştu.

İHH tarafından organize edilen ve 9 Türkiye vatandaşının hayatını kaybettiği Mavi Marmara saldırısının ardından Türkiye ile İsrail arasındaki ticari ilişkilerin artarak devam ettiğini kaydeden Yıldırım, şunları söyledi:

“Doğalgaz anlaşmalarının el altından yapılması, birtakım şirketlerin bu anlaşmaların içinde yer alması, bazı bürokrat ve siyasilere ortaklıklar teklif edilmesi, ortaklıkların kapalı kapılar ardında kurulması, ticaret hacminin artması… Bütün bunlar İsrail’e şunu söyletiyor: ‘Biz istediğimizi parayla satın alabiliriz.’ Yerlere atılan Kur’an-ı Kerim bizim fakat demek ki İsrail’le ticaret yapan Müslüman tüccarların değilmiş diyorum.”

İHH Başkanı Bülent Yıldırım, Genç Öncüler Dergisi’ne verdiği mülakatta AKP’nin Mısır ve Suriye politikalarında hata yaptığını söyledi.

Bir süre önce yapılan röportajda Suriye’de iç savaş istemediklerini belirten Yıldırım, 200 bin kişinin hayatını kaybettiği ülkede, hükümet ve Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın aksine barış için Beşşar Esad rejimiyle diyaloğun kesilmemesi gerektiğini ifade etti. Yıldırım, “Biz Suriye’de muhaliflerin yanındayız, bu doğru. Ama İHH olarak biz hiçbir zaman bir iç savaşı da istemedik. Bu yüzden biz Suriyeli muhaliflerle İran arasında hatta rejim arasında arabuluculuk yapmaya çalıştık. Türkiye Suriye ile diplomatik ilişkileri kesmemeliydi ne olursa olsun. Türkiye devlet olarak Suriye ile ilişkilerini devam ettirmeliydi. Alttan STK’lar da halkın taleplerinin yerine getirilmesi için çalışmalar yapmalıydı.” dedi.

İHH Başkanı, Mısır’da askerî müdahaleyle darmadağın edilen İhvan Hareketi ve ülkenin devrik Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi’nin seçimlere girmesini de ‘hata’ olarak değerlendirdi. Dahası, Mursi’nin seçimlere AKP hükümetinin ısrarıyla girdiğini söyledi. Yıldırım, “Mısır’da İhvan seçimlere girmek istemiyordu. Türkiye’nin zoruyla seçimlere girdi. Aslında seçimlere girmeme kararıyla haklıydı çünkü bütün yükü omuzlarına almış olacaktı. Nitekim öyle oldu ve Mursi hükümetinin başarısız  gösterilmesine sebep olundu” görüşünü dile getirdi. Bülent Yıldırım, Türkiye’nin İsrail politikalarını da eleştirdi. “Hükümet çok doğru şeyler ifade ediyor ama bazen doğru şeyler yapmıyor.” diyen Yıldırım, bu konuda şu eleştirilerde bulundu:

Pomer Komisyonu ile oyuna geldik

“İlk defa Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM), Afrika ülkelerinin dışında bir beyaz ülkeyi hem de dünyayı yöneten bir ülkeyi, Siyonizm’i yargılıyordu. BM İnsan Hakları Komisyonu kararları vardı. Bu komisyonun kararları bağlayıcıydı. Çünkü Güvenlik Komisyonu’nun aldığı karar neticesinde bu komisyon harekete geçmişti ve orada yüzde yüz İHH’yı haklı, İsrail’i haksız görmüştü. İsrail’i mahkûm edebilirdik. Kanunen bunun imkânı vardı ve bunu BM’ye taşıyabiliyordu. O zaman İsrail hükümetinin hepsini, askeriyenin hepsini yargılayabiliyorduk. Ama Türkiye bir oyuna geldi; kalktı BM İnsan Hakları Komisyonu’nda maç bitmişken, birdenbire Pomer Komisyonu denilen bir komisyon önümüze atıldı ve Türkiye’nin kendi içerisindeki bazı bürokratları vasıtasıyla (bu bürokratların ve diplomatların demek ki İsrail ile ilişkisi güçlü) Pomer Komisyonu’na gidildi. Pomer Komisyonu’nda bir tane Türkiye’den -Özdem Sanberk- vardı diğer üçü İsrail’in paralı hukukçularıydı, arabulucularıydı. Bu komisyonda ne yazık ki Filistin halkına çok büyük bir haksızlık yapıldı ve abluka şu ana kadar hiçbir hukukî görülmezken Pomer Komisyonu ablukanın hukukî olduğunu savundu. Burada Türkiye aslında hem Filistin’e hem de Mavi Marmara mağdurlarına, bütün dünyaya haksızlık yapmış oldu. Biz o zamanki yetkililerin hiçbirini ikna edemedik, bize dediler ki: “Aman ha bu konuda kimseye ses çıkarmayın! Güneş balçıkla sıvanmaz”. Biz de dedik ki böyle bir şey olabilir mi, ne yazık ki yine haklı çıktık.

Mahkemeye belge göndermediler

Sonuç olarak Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne gittik ayrıca Tür-kiye’de de bir mahkeme açıldı. Keşke Türkiye burada hakkımızı rahat bir şekilde almamıza izin verseydi hem de UCM’de bize destek verseydi. Ne yazık ki Türkiye’nin bazı bürokratları yetkilileri ikna ederek UCM Türkiye’den bilgi ve belge istemesine rağmen bu bilgi ve belgeyi göndermediler. Türkiye bilgi ve belge gönderseydi, bu mahkemedeki ifadeleri gönderseydi burada mesela kasten adam öldürme dedi, ki 10 kişi öldü. Ama 60 kişiden fazla yaralama vardı. Esaret ne kadardı? 700 kişiydi. Bütün bu ifadeler Türkiye mahkemelerinden oraya gitmiş olsaydı mağdur olan kişilerin sayısının çokluğundan dolayı UCM İsrail’i mahkûm edecekti. Türkiye’de birileri İsrail lehine çalışarak UCM’ye bu bilgi ve belgeyi göndertmedi.”

İsrail’le kapalı kapılar ardında ticarî ortaklıklar kuruluyor

“Türkiye’den İsrail’e Türk Yahudileri içerisinden askere gidenler var ve askerliğini orada yapanlar burada askerlikten muaf oluyorlar.  Bu 1993’te Bakanlar Kurulu’nda alınmış bir karar ve çok kolay kaldırılabilmesine rağmen hükümet bunu kaldırmıyor.  Mescid-i Aksa’ya yönelik saldırının geleceğini İHH gördü. Bunu Türk devleti mi göremedi? Buna rağmen asıl saldırının zirveye çıkmasından bir hafta önce konsolos buraya gönderildi. Buradan giden her Türk vatandaşı saatlerce aramaya tabi tutuluyor, çırılçıplak soyuluyor. Ben çırılçıplak soyulan milletvekilleri bilirim. Fakat İsrail’den Türkiye’ye gelirken ellerini kollarını sallayarak geliyorlar. Ayrıca doğalgaz anlaşmalarının el altından yapılması, birtakım şirketlerin bu anlaşmaların içinde yer alması, bazı bürokrat ve siyasilere ortaklıklar teklif edilmesi, ortaklıkların kapalı kapılar ardında kurulması, ticaret hacminin artması… Bütün bunlar İsrail’e şunu söyletiyor: ‘Biz istediğimizi parayla satın alabiliriz.’ Yerlere atılan Kur’an-ı Kerim bizim fakat demek ki İsrail’le ticaret yapan Müslüman tüccarların değilmiş diyorum.”

24.01.2015

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.